Yazar arşivleri: ismail USTA

Sağlık Bakanlığında İşçi İle Memur Arasında ‘Mali Hak Farkı’ Uçurumu!

Sağlık Bakanlığında görevli kamuda çalışan sağlık profesyoneli (memur) ile  Sağlık Bakanlığında görevli kamu işçileri arasındaki 2023 yılı mali hakları arasındaki farklılıklar kamuoyuna yansıdı. Hemşireler ve Tüm Sağlık Profesyonelleri Sendikası (HEP-SEN) tarafından paylaşılan tabloda yer alan mali haklarla ilgili farklılıklarda en dikkat çeken kalemler; gece çalışması, yemek yardımı ve resmi tatil ücretlerinde oldu. Her üç kalemde de memura ödeme olmaması, ‘0’ (sıfır) olarak tabloya yansıması dikkat çekti. Ödeme yapılan kalemler arasındaki uçurumlar da en çok ölüm yardımlarında gerçekleşti. Giyimde de memur ile işçi arasındaki farkta, kazanan işçi oluyor. 

“Sağlık Memuru Masada Yoksullaştırılıyor!”

HEP-SEN Genel Merkezi kamu işçisi ile kamudaki sağlık memuru arasındaki gece çalışması, ölüm yardımı (kendisi), ölüm yardımı (eşi, çocuğu), giyim yardımı, yemek yardımı (günlük) ve resmi tatil kalemlerindeki farklılıkları gözler önüne serdi. HEP-SEN açıklamasında, “Kamu personeli (memur) ile kamu işçilerinin aylık kazanımlarına dair birtakım bilgiler görülmektedir. İşçiler açısından bakıldığında başarılı bir şekilde kendilerinin haklarını savunan işçi sendikalarını tebrik ediyor, başarılarının devamını diliyoruz. Söz konusu tablo memurlar açısından incelendiğinde ise sendika görünümlü siyaset odaklı sarı olduğunu tamamen kanıtlayan yan yapılanmaların masada memuru nasıl yoksullaştırdığına dair vahim tabloyu tüm kamu sağlık profesyonellerinin takdirine bırakıyoruz. Sahanın desteği ile yetkiyi alıp yaptıklarıyla etkisizliklerini ispatlayan yan yapılanma temelli sendikalardan tüm kamu sağlık emekçilerini istifaya davet ediyoruz” dedi. 

Mali Haklarda Da Kamu İşçisi Avantajlı!

HEP-SEN’in paylaştığı kamuda görevli sağlık işçisi ve kamuda görevli sağlık memuru arasındaki mali farklılıklar tablosunda iki taraf arasındaki mali uçurumlar dikkat çekiyor.

  • Kamu işçisinin gece çalışması saatlik 33,88 TL iken kamuda görevli sağlık memurunun gece çalışma saatlik ücreti ‘0’ olarak gözlendi. 
  • Ölüm Farkı Yardımında, kamu işçisine ölüm yardımı (kendisi) 21 bin 750 TL verilirken, sağlık memuruna ölüm yardımı (kendisi) 8 bin 238 bin 46 TL oldu. Aradaki fark 13 bin olarak ortaya çıktı. 
  • Bir başka kalem ölüm yardımında eş ve çocuğun kamu işçisinde 21,750 TL iken sağlık memuruna eş ve çocuğu için ölüm yardımı 4 bin 119,23 TL. 
  • Giyim yardımında kamu işçisine 1,167,6 TL verilirken, sağlık memuruna 40 TL ile 130 TL aralığında bir rakam veriliyor. Giyim yardımında işçi ile memur arasındaki fark, memurun aleyhine işçinin lehine olarak 1,037,60 TL oldu. 
  • Yemek yardımında kamuda görevli sağlık memuruna ‘0’yardım gözlenirken, kamu işçisine 94,25 TL günlük yemek yardımı veriliyor. 
  • Resmi tatil günlerinde de durum yemek yardımından farklı değil. Memur resmi tatil günlerinde ‘0’ mali hakka sahip iken kamu işçisi 1,450 TL ücret alıyor. (BSHA – Bilim ve Sağlık Haber Ajansı)

 

THD Başkanı Özbaş’tan ‘Hemşire Göçü’ Değerlendirmesi: Tutamıyoruz!

Hemşire Göçü Artıyor ! Türk Hemşireler Derneği (THD) Başkanı Azize Atlı Özbaş, Almanya’nın hemşirelere ‘Hoş geldin İkramiyesi’ olarak 8 Bin Avro (203 bin TL) vereceğinin ilanı sonrasında Türkiye’den Almanya’ya göçün daha artacağını belirterek Bilim Sağlık Haber Ajansı’na (BSHA) ‘hemşire göçü’ ile ilgili değerlendirmelerde bulundu.

“Hemşirelerimizi Türkiye’de tutamıyoruz” diyen THD Başkanı Özbaş sadece Almanya’da değil; ABD, Kanada, Malta gibi ülkelerde de hemşire açığının fazla olduğunu bu ülkelerin de ülkemizden hemşire almak için çabaladığını söyledi. Hemşire göçünde gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere doğru bir eğilim olduğuna dikkat çeken Özbaş, Uluslararası Hemşireler Konseyi’nin (ICN) ülkelere ‘hemşirelerinize sahip çıkın, acil eyleme geçin, somut adımlar atın’ çağrısı yaparak tüm dünyada 30 milyondan fazla hemşire açığı, krizi olduğunu belirttiğini sözlerine ekledi. 

THD Hemşire Göçü Eğilim Araştırması Güncellenecek

Türkiye’de hekim göçünün ardından hemşire göçünde de ciddi bir tırmanış söz konusu. Hekim göçüne ilişkin Türk Tabipleri Birliği’nden (TTB) iyi hal raporu alan hekim sayıları bir gösterge oluştururken, hemşire göçüne ilişkin sayıya Sağlık Bakanlığı dışında herhangi bir yerden ulaşılamıyor. ‘Hemşire Göçü’ ile ilgili olarak THD tarafından gerçekleştirilen ‘Hemşire Göç Eğilimi Araştırması’ ile ilgili BSHA, Nisan ayında 8 bin 274 hemşire ile yapılan anket çalışmasını kapsamlı bir biçimde kamuoyuyla paylaşmış, araştırma neticesinde ankete katılan hemşirelerin yüzde 76,3’nün; 7001 kişinin Türkiye’den başta ekonomik kriz, geçim sıkıntısı olmak üzere sağlıkta şiddet, yönetici mobbingi, liyakatsizlik ve siyasal problemleri gerekçe göstererek yurt dışında, ‘insanca yaşamak ve yaşatmak’ umuduyla göç ettiğini yayımlamıştı. THD Başkanı Özbaş, araştırmayı hemşire göçüne dikkat çekmek amacıyla güncellemeye hazırlandıklarını ifade etti. 

Hemşirelerimizi Türkiye’de Tutamıyoruz

Almanya’nın hemşire açığını kapatmak için yurt dışından ülkeye gelecek olan hemşirelere 8 Bin Avro ‘Hoş geldin ikramiyesi’ vereceğini duyurması Türkiye’den yurt dışına hemşire göçünü tetikler mi? Üniversitelerin 4 yıllık hemşirelik fakültelerinden mezun olan hemşireler uzun zamandır dil kurslarına giderek yurt dışına hazırlanırken, Almanya’nın ‘hoş geldin ikramiyesi’ uygulamasının hemşire göçünü daha da arttıracağı tahmin ediliyor. 

THD Başkanı Azize Atlı Özbaş, Almanya’nın ‘hoş geldin ikramiyesi’ olarak hemşirelere 8 Bin Avro uygulamasının zaten tırmanışta olan hemşire göçünü zirve noktaya ulaştırıp ulaştırmayacağı sorumuza şöyle yanıt verdi: “Yurt dışında bir hemşire açığı krizi olduğunu bizler uzun zamandır söylüyoruz. Uluslararası Hemşireler Konseyi’nin 12 Mayıs’ta yaptığı açıklamada da dünyadaki hemşire açığının 30 milyonu geçtiğini söyledi. Bu rakamlar Dünya Sağlık Örgütü ve ICN rakamlarıdır. Hemşire göçünde eğilim gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere doğru seyrediyor. ABD’de hemşirelerin yarıya yakını farklı ülkelerin vatandaşları olan farklı ülkelerde eğitim görmüş hemşirelerden oluşmaktadır. Dünya nüfusu giderek yaşlanıyor. Hemşire nüfusu giderek yaşlanıyor. Özellikle pandeminin etkisi ve zorlu çalışma koşulları da bütün dünyayı bir hemşire krizine sokmuş durumdadır. ICN bu yıl bir hemşire krizi var o nedenle hükümetleri acil eyleme geçmesi ve somut adımlar atması gerektiği çağrısı yaptı. Bizim ülkemizde hemşire göçünün çok yoğun yaşandığı bir ülke. Hemşirelerimizi Türkiye’de tutamıyoruz. Hiçbir şey daha iyiye gitmedi. ICN’in yine bu konuda, ‘dünya hemşireleri sınırsız ve tükenmez bir kaynak olarak görüyor ancak hemşirelerin hem sayıları sınırlı hem de tükeniyorlar’ şeklinde bir yaklaşımı var. Bizim ülkemizde de durum böyle.” 

ABD, Kanada ve Malta Da Hemşirelerimizi Almaya Çalışıyor

“Hemşire gücü sınırsız bir güç gibi görülüyor ve bu nedenle de değeri çok anlaşılmıyor” diyerek sözlerine devam eden Özbaş şöyle konuştu: “Almanya yalnızca bir örnek Kanada, ABD, Malta gibi ülkeler de çok fazla hemşire açığı olan ve Türkiye’den hemşire almaya çalışan ülkelerdir. Biz yıllardır bu konuta dikkat çekmeye çalışıyoruz ama çok kulak asılmıyor. Evet, biz hemşire yetiştirmeye devam ediyoruz, yabancı hemşirelere kapımızı açıyoruz ama gelişmiş ülkeler bizim kıdemli hemşirelerimizi alıyor.” 

Hemşirelerin Gitmemesi İçin Ne Yapılmalı?

“Hemşire Göçü ile ilgili THD olarak bizim dört kalemde önerimiz var” diyerek açıklamalarına devam eden Özbaş, “Özellikle hemşirelik eğitiminde ve meslekte ciddi yatırım problemi var. Yönetim anlayışıyla ilgili problemler var. Biz ülke olarak bir yandan hemşire açığımız var diyerek hemşire olmayan sağlık çalışanlarına hemşire görevi yetkisiyle çalıştırıyoruz, bir yandan da elimizdeki hemşirenin kıymetini bilmeyip yurt dışına gitmesinin önünü kapatamıyoruz. Hemşirelerin özlük hakları, maaş ile ilgili süreçleri konusunda ciddi düzenlemeler yapılması gerekiyor” dedi. 

Hemşire Maaşı Ev Kirasını Bile Karşılamıyor

Türkiye’de bir hemşire maaşının İstanbul, Ankara, İzmir ve Antalya gibi büyük illerde bir aylık kirayı bile karşılamadığını söyleyen Özbaş şunları kaydetti: “Üniversite eğitimi almış kişilerin insanca yaşamasına değil karınlarını doyurmasına yetecek bir ücret politikamız yok. İş yerlerinde şiddet ve mobbing çok fazla. Yeterince hemşire istihdamı yapılmadığı için zaten üç dört hemşirenin yapması gereken iş tek hemşireye yükleniyor. İş yerleri şiddetten arındırılamıyor. Sağlık çalışanlarına hasta ve hasta yakınlarından uygulanan şiddetin yanı sıra yönetici şiddetinin ve mobbinginin alıp başını gittiği bir düzen söz konusudur. Zaten maddi olarak da siz bu kişinin yaşam standardını sağlayabileceği bir ücret ödemezseniz hemşireler kendilerini değersiz hissederek gidiyorlar.” 

Meslektaşlarımızın Gitmesini İstemiyoruz

THD olarak gerçekleştirilen Hemşire Göç Eğilimi Araştırması neticesinde, hemşirelerin çok yoğun bir şekilde emeklerinin karşılığını alamadıkları ve değersiz hissettikleri için başka ülkelere gittikleri eğiliminin ortaya çıktığını söyleyen THD Başkanı Özbaş, “Hemşirelerimiz kendilerine değer veren, talep eden ülkelere gitme eğilimindeler. Ama bizim halkımızın nitelikli hemşirelere ihtiyacı var. Bizler meslektaşlarımızın gitmelerini değil kalmalarını istiyoruz. Ancak ülke ve  toplum olarak onlara hak ettiği düzeyde bir çalışma ortamını ve yaşama koşullarının sunulması gerektiğine inanıyoruz” şeklinde konuştu. 

Hemşireler İyi Hal Belgesini Sağlık Bakanlığından Alıyor

Sağlık Bakanlığından hemşire göçüne ilişkin veri paylaşımı talebinde bulunduklarını ifade eden Özbaş son olarak şunları söyledi: “Talebimize herhangi bir geri dönüş yapılmadı. Yurt dışına giden hemşirelere iyi hal belgesini Sağlık Bakanlığı veriyor. Biz dernek statüsünde olduğumuz için THD’den alacakları bir belge yok. Bizler de kendi bünyemizde yaptığımız çalışmalarla hemşire göçü konusunda çıkarımlar elde ediyoruz. Hemşire Göç Eğilimi Araştırma’sını tekrar güncelleme planımız var. Verileri yeniden gündeme getirmek için araştırmayı tekrarlayacağız.” (BSHA – Bilim ve Sağlık Haber Ajansı)

 

Eğitim-İş, İmam Görevlendirmesinin İptali İçin Yargıya Başvurdu

Eğitim-İş Sendikası, Milli Eğitim Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Gençlik ve Spor Bakanlığı arasında gerçekleştirilen ‘Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum Projesi’ (ÇEDES) Protokolü kapsamında Eskişehir ve İzmir’de okullarda din görevlileri imam, vaiz ve müezzin görevlendirmesine karşı harekete geçti. 

ÇEDES İle İmam Görevlendirmelerine İptal Davası Açtı!

Eğitim ve Bilim İş Görenleri (Eğitim-İş) Sendikası, Merkez Yönetim Kurulu yaptığı açıklamada, ÇEDES Projesi’nin iptali için dava açtığını duyurdu. Eğitim-İş konuyla ilgili, “ÇEDES Protokolüne dava açtık. ÇEDES protokolü kapsamında okullarda din görevlilerinin görevlendirilmesi işlemleri hakkında eleştirilerimize yer vermiş ve bu konuda hukuki girişimlerimizi başlatacağımızı ilan etmiştik. İzmir genelinde yapılan görevlendirmelerin ve bunun dayanağı gösterilen ÇEDES Projesi protokolüne karşı sendikamızca dava açılmıştır. Devam eden aşamada da yine eylemlilik  sürecimizle birlikte yargısal süreçleri işleteceğiz. Mesleğin itibarına ve çocuklarımızın geleceğine yönelik tehdit oluşturan bu hukuksuz uygulama ortadan kalkıncaya kadar tüm örgütlü gücümüzle mücadelemizi sürdüreceğimizi de tekraren ilan ediyoruz” açıklamasında bulundu. 

ÇEDES Protokolü Hukuksuzdur, Anayasaya Aykırıdır!

Eğitim-İş iptal davası açıklamasında kamuoyuna çağrı yaparak şu cümlelere yer verdi: “Gelin bu protokolü birlikte reddedelim. Eğitime, geleceğimiz olan çocuklarımıza sahip çıkalım. ÇEDES protokolü hukuksuzdur: Anayasamıza, yasalara ve yönetmeliklere açıkça aykırıdır. Laik ve bilimsel eğitimle taban tabana zıttır.  ÇEDES protokolü tehlikelidir: Eğitim biliminden pedagojiden bihaber, çocuklarımıza nasıl yaklaşılacağını bilmeyen yetişkinleri okullara sokmak travmatik etkileri de beraberinde getirecektir.”

Eğitim Emekçilerinin Mesleki İtibarına Hakarettir!

Eğitim-İş Sendikası ÇEDES Protokolü’nün öğretmenlerin, eğitim emekçilerinin mesleki itibarına hakaret olduğuna vurgu yaptığı basın açıklamasında, “Öğretmenlik mesleği yasada da açıkça tarif edildiği üzere bir uzmanlık mesleğidir. Eğitim-öğretim eğitimcilerin işidir. ÇEDES protokolü mantıksızdır: Alanında uzman eğitimciler varken konuyla ilgisi olmayan kişileri ve yapıları eğitim sistemimize sokmak kamu kaynaklarını doğru kullanmamaktır. Açıkça israftır” dedi. 

Okul Yöneticilerine Seslendi: Başöğretmen’in Resmine Bakın, Reddedin!

Okul yöneticilerine seslenen Eğitim-İş, “Okullardaki eğitim faaliyetinin yasal çerçevede yürütülmesi sizlerin sorumluluk alanınızdır. Koltuğunuza değil, onun arkasında asılı olan Başöğretmen’in resmine bakın ve bu protokolleri reddedin” çağrısında bulundu. 

Öğretmenlere Seslendi: Çocukları Laiklik Karşıtı Uygulamalara Terk Etmeyin! 

Eğitim-İş tarafından yapılan açıklamada ayrıca öğretmenlere ve eğitim emekçilere de çağrı yapıldı: “Eğitim emekçilerine sesleniyoruz. Sevgili meslektaşlarımız; öğrencilerimiz bizlere Başöğretmen’in emanetidir. Onları, laiklik karşıtı uygulamalara terk etmeyiniz! Kimsenin sizin dersinizi bölme, gasp etme, sizin dersinizden öğrenci çıkarma hakkı yoktur. Bu tür girişimleri her şeyden önce öğrencileriniz, sonra mesleki itibarınız için reddediniz!”

Velilere Çağrı: Çocuklarınızın Geleceği İçin Protokolü Reddedin!

Eğitim-İş son olarak öğrenci velilerine seslenerek şunları söyledi: “Çocuklarınızın eğitim adı altında manen ve fiziken güvencede hissetmeyecekleri hiçbir uygulamayı kabul etmek zorunda değilsiniz. Onların geleceği için bu protokolü reddedin! Eğitim-İş tüm örgütlü gücüyle, protokolü reddeden herkesin sonuna kadar yanında olacaktır.”

Eylemlilik Süreci Başlatılıyor!

“Eğitim dışı kurumlarla, gerici dernek ve vakıflarla imzalanan protokollere ve projelere karşı 14 Haziran’da, “UYARIYORUZ” sloganıyla eylemlilik sürecimizi başlatıyoruz” duyurusunda bulunan Eğitim-İş Sendikası, “Çocukları korumak, vatanı korumaktır” anlayışıyla eğitime ve çocuklarımıza sahip çıkmak için 14 Haziran saat 20.00’da başlayarak Twitter üzerinden #uyarıyoruz işareti ile taleplerimizi ve uyarılarımızı paylaşacağız, 15 Haziran’da “UYARIYORUZ” kokartlarıyla önce işyerlerimizde devamında da illerimizde şube ve il temsilciliklerimizin uygun gördüğü yer ve zamanda alanlarda olacağız” dedi.

NE OLMUŞTU?

İzmir’de ÇEDES Projesi kapsamında İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğü ve İl Müftülüğü arasında imzalanan protokol ile ildeki 2 bin 496 okulun 3’te 1’ine; yani 842 okula ‘manevi danışman’ adı altında din görevlisi görevlendirmesi yapıldı. Görevlendirme haberi ilk olarak Haziran ayının ilk gününde Eskişehir’den geldi. Eskişehir Valiliği onayıyla İl Milli Eğitim Müdürlüğü ve Müftülüğü arasında 27 Nisan 2023 tarihli ‘Eğitimde İşbirliği Protokolü’ kapsamında okullara imam gönderilmeye başlandı. Söz konusu protokolle, kent merkezi ve ilçelerdeki tüm anaokulu, ilkokul, ortaokul ve  liselerde cami ve Kur’an kurslarında uygulanan programların okullarda koordinesinin önü açıldı. 

22 Yılda 888 Çocuk İşçi Hayatını Kaybetti!

İş Sağlığı ve Güvenliği’nin yetişkinler açısından dahi hala tartışıldığı günümüzde ‘çocuk işçiliği’nde yaşanan kayıplar da dikkat çekiyor. Bugünün ILO tarafından ‘12 Haziran 2002 yılında Çocuk İşçiliği ile Mücadele Günü’ ilan edilmesi nedeniyle meslek örgütleri ve kurumlar çocuk işçiliğinde gelinen noktaya ve acı kayıplara dikkat çekerek uyarılarda bulunuyor. 

Çocuk işçiliğinde dünyada çalışan yüz milyonlarca çocuğun içinde bulunduğu haksız duruma ve ağır koşullara dikkat çekmek amacıyla Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından 12 Haziran 2002 yılında Çocuk İşçiliği ile Mücadele Günü olarak ilan edildi. Bundan tam 21 yıl önce ilan edilen önemli gün ve haftalar arasında yer alan Çocuk İşçiliği İle Mücadele Günü’nde istatistikler acı kayıpları işaret ediyor. İzmir Tabip Odası 12 Haziran nedeniyle İş Sağlığı ve Güvenliği Meclisi (İSİG) tarafından hazırlanan raporun verilerini paylaşarak çocuk işçiliğine dikkat çekti.

“Çocuk İşçiliği Yokmuş Gibi Bir Hava Veriliyor”

İSİG Meclisi, 12 Haziran Çocuk İşçiliği İle Mücadele Günü nedeniyle yaptığı açıklamada, AKP Hükümetinin hayata geçirdiği tarım, sanayi, eğitim ve sosyal politikaların her geçen gün daha fazla çocuğun işçileşmesini beraberinde getirdiğini, diğer yandan ise sanki ‘çocuk işçilik’ yokmuş gibi bir hava verilerek bu sorun görünmez kılınmaya çalışıldığına vurguda bulundu. 

“Çıraklarımız Çocuk İşçi Değildir” Diyen Palandöken’e Tepki!

Bugün, Çocuk işçiliği ile mücadele gününde, “TESK olarak UNICEF ve IMEP ile mücadelemize devam edeceğiz” mesajında bulunan Türkiye Esnaf ve Sanatkarları Konfedarasyonu (TESK) Başkanı Bendevi Palandöken’in geçtiğimiz günlerde, “Bizim çıraklarımız çocuk işçi değildir, onlar ustalarından meslek öğrenen öğrencilerdir” açıklamasına İSİG Meclisi’nden cevap geldi. İSİG Meclisi, “Çocuk işçiliğe devlet ve sermaye politikası olarak meşruluk kazandırma girişimleri yasaklanması gereken bir olgunun yasallaştırılmasını kolaylaştırıyor. Eski Milli Eğitim Bakanlarından Ziya Selçuk’un mevsimlik tarım işçisi çocuklarla çektirdiği ve tepki toplayan fotoğraflarından sonra TESK Genel Başkanı Bendevi Palandöken’in “Bizim çıraklarımız çocuk işçi değildir, onlar ustalarından meslek öğrenen öğrencilerdir” sözlerine uzanan kılıf bulma anlayışı çocuk işçiliği meşrulaştırmanın uğraklarındandır. Asgari düzeyde dahi olsa ‘kamu yararı’ gözetmesi gereken politika yapım aşamalarının çocuk işçiliği olağanlaştırması ve kanıksatması, çocuk işçi iş cinayetlerinin artışında pay sahibidir” açıklamasında bulundu. 

Son 22 Yılda 888 Çocuk İşçi Hayatını Kaybetti

İSİG Meclisi çalışırken hayatını kaybeden çocukların bilgilerini 2013 yılından itibaren kayıt altına alıyor. Hazırlanan raporda ‘çocuk işçi ölümleri’ni gösteren grafiği hazırlarken 2013 yılı evvelinde devletin açıkladığı en yüksek verileri esas aldıklarını belirten İSİG Meclisi açıklamasında; AKP’li yıllarda ‘en az’ 888 çocuk işçinin çalışırken hayatını kaybettiği bilgisini paylaştı. (BSHA – Bilim ve Sağlık Haber Ajansı) 

 

Kaçak Tütün Satışı ve Elektronik Sigara Kullanımı Artıyor ! 

Elektronik Sigara Kullanımı Artıyor ! Dikkat ! Türk Toraks Tütün Çalışma Grubu Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Remziye Can, tütün karşıtı grupların gösterdiği tüm mücadeleye rağmen, kaçak tütün satışı, nargile ve elektronik sigara kullanımının giderek arttığını söyledi. 

Türk Toraks Tütün Çalışma Grubu Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Remziye Can, Bilim ve Sağlık Haber Ajansı (BSHA) Genel Yayın Yönetmeni Erkan Doğan’ın tütüm ve zararları konusundaki sorularını yanıtladı. İnstagram canlı yayında Doğan’a önemli açıklamalarda bulunan Dr. Remziye Can, “Tütünü neden hayatımızda tutuyoruz sorgusunu yapabilmek, tütün kullanımının yalnızca bireysel değil global olarak sağlığı ve içerisinde yaşadığımız çevreyi ne derece etkilediğinin farkındalığını edinebilmek çok önemlidir” dedi. 

Tütün ve tütün ürünleri kullanımı artıyor

 Dr. Can: “Alınan önlemlere rağmen, kontrolsüz kullanım gittikçe artıyor”

 Tütün piyasasının insanlar üzerinde uyguladığı yönlendirmeler konusunda da açıklamalarda bulunan Dr. Can “Tütün karşıtı gruplar olarak almaya çalıştığımız önlemlere rağmen tütün piyasası gizil bir şekilde varlığını devam ettiriyor. Buna örnek olarak; tütün evlerinin sayısının artmasını, kaçak tütün, nargile ve elektronik sigara kullanımının artmasını gösterebiliriz. Her ne kadar projeksiyonlar ya da göstergeler tütün kullanımının düştüğünü gösteriyor olsa da kontrolsüz olan kullanım gittikçe artan bir durum.” diye konuştu.

“Biz kullanmıyor olsak dahi, ikincil kirleticilere maruz kalabiliyoruz”

 Tütün ve tütün ürünlerinin kullanımının insan sağlığı üzerindeki etkilerine de değinen Dr. Can şunları söyledi: “Günümüzde insanlar tütün ve tütün ürünlerinin birincil kirletici yönlerine, yani kullanımının gerçekleştiği zaman insanda yarattığı sağlığı tehdit eden etkilere odaklanıyor. Fakat yanımızda biri tütün ürünü tüketiyor ise, ondan çıkan duman ile biz ikincil kirleticilere maruz kalıyoruz. Yapılmış olan bir çalışmaya göre sigara içilmiş bir ortamda, yalnızca bir kez bile içilmiş olsa dahi, sigaranın çıkardığı dumandaki o sağlıksız, sağlığı tehdit eden maddeler ortamdaki duvarlara siniyor ve üç ay sonrasında dahi duvarlarda o maddelere rastlanıyor. Dolayısıyla çocuklarımızın ve yahut bizim dokunduğumuz, temas ettiğimiz eşyalar yahut cisimler aradan üç ay geçmiş olsa bile bizim sağlığımıza bir tehdit oluşturabiliyor.”

Kaçak Tütün Satışı ve Elektronik Sigara Kullanımı Artıyor !

“Sigara yahut Elektronik sigara aslında birbirinden farklı değildir.”

 Son dönemlerde artan elektronik sigara kullanımı üzerine dikkat çeken Dr. Can “Tütün piyasası elektronik sigaraları pazarlarken şöyle diyor: ‘Biz artık size geleneksel sigaralar ile buluşturmayacağız. Geleneksel sigaradan daha havalı gözükmesini sağlayacak bir şey sunuyoruz sizlere. İçerisinde bulunan aromalar ile sigara içiyormuş gibi değil, başka bir şey tüketiyormuş hissiyatı sunuyoruz’ Tütün piyasasının en önemli hedefleri gençlerdir. Elektronik sigaraların biraz önce değindiğim yönleri, bu cihazların daha çok gençler tarafından kullanılmasını hedefliyor. Elektronik sigaraların gençlerde yarattığı etki çıkardığı konunun güzel olması ama aslında en önemli zararı bu elektronik sigaraların. Elektronik sigaralar, geleneksel sigaralara geçişte bağlantı görevi görür. Zaten tütün piyasasının istediği şey de bu. Sigaranın yarattığı zararlar aynı şekilde elektronik sigaralarda da vardır. Dolayısı ile aslında birbirlerinden farkı da yoktur” (BSHA  – Bilim ve Sağlık Haber Ajansı) 

BioNTech’e Tazminat Davası, Türk Profesörler Almanya’da Hakim Karşısında!

Dünya genelinde 7 milyondan fazla insanın hayatını kaybetmesine neden olan koronavirüs salgınına karşı aşı geliştiren BioNTech Kurucuları iki Türk Profesör Dr. Özlem Türeci ve Dr. Uğur Şahin bugün Almanya’da hakim karşısına çıkıyor.

Geliştirdikleri aşı nedeniyle iki profesör Almanya’da yüzlerce insanın tazminat talebi ile karşı karşıya kaldı. Davanın ilk duruşması bugün görülecek, Türk kamuoyunda da yankı bulan dava bilim insanları ve kamuoyu tarafından yakından takip edilecek. Dava Hamburg’da görülecek. Davacı olan ve adı açıklanmayan kadının en az 150 bin euro tazminat talep ettiği bilgisine ulaşıldı. Davacı kadının aşı olduktan sonra uyku sorunu yaşadığı, halsizlik ve bedeninde ağrı hissettiğini, el ve ayaklarının şiştiğini iddia ettiği kaydediliyor. 

EMA: BioNTech Aşıları 20 Milyondan Fazla İnsanın Hayatını Kurtardı!

Sözcü Gazetesi’nin haberine göre; BioNTech aşısının güvenli olduğunu duyurdu, Avrupa İlaç Dairesi (EMA) ise BioNTech’in geliştirdiği Comirnaty isimli aşının güvenli olduğunu açıkladı. EMA, BioNTech’in geliştirdiği aşıların dünya çapında 20 milyondan fazla insanın hayatını kurtardığını belirtti. En az riskli aşının BioNTech’in aşısı olduğunu belirten EMA, en sık görülen yan etkileri şöyle sıraladı: Baş ağrısı, yüksek ateş, halsizlik ve kas ağrısı. (BSHA – Bilim ve Sağlık Haber Ajansı) 

Seçimler bitti, Kamu Görevlilerinin Beklentisi Yüksek!

Demokratik Sağlık-Sen Genel Başkanı Togan Demircan, seçimlerin ardından gerçek gündem olan ‘geçim’ konusunda atılacak adımlara dikkat çekerek seçimden önce vaat edilen en düşük memur maaşı tutarının net 22 bin TL’ye çıkarılması ile ilgili açıklama yaptı. Bilim Sağlık Haber Ajansı’na (BSHA) konuşan Genel Başkan Demircan, “Sayın Cumhurbaşkanımızın seçim öncesi Temmuz ayında en düşük memur aylığının 22 bin TL olacağını ifade etmesi o gün bir heyecan yaratmıştı lakin memur bugün aynı heyecanı taşımıyor. İfade edilen rakamın yeniden revize edilmesi gerekmektedr” dedi. 

Kamu Görevlilerinin Durumu İçler Acısı

Yaklaşık iki yıldır tüm kesimlere kamu emekçilerinin içinde bulundukları kötü durumu ifade ettiklerini söyleyen Demokratik Sağlık-Sen Genel Başkanı Togan Demircan, “Metropol kentlerde başta fahiş kira fiyatları ve geçim zorluğu nedeniyle kamu çalışanlarının görev almak istemediklerini, kıyı il, ilçelerine atanan memurların istifa ettiğini, kredi ve kredi kartı borç batağını defaten dile getirdik. Bunlara ek olarak eğitim giderleri, sağlık giderleri, mutfak giderleri gibi zorunlu giderler eklendiğinde samimiyetle söylemek gerekir ki kamu görevlilerinin durumu hakikaten içler acısı” diye konuştu. 

Konut Kirasının 10 Bin Olduğu Bir Ülkede 22 Bin Liranın Hükmü Yok!

Temsil makamında bulunan sendikalara bakıldığında toplu sözleşme görüşmelerinde 3 puana, 5 puana imza atılmasını reddettiklerini söyleyen Demircan, “Sendikalar temsil kabiliyetlerini kaybetmemeli. Muhataplara gerçek sorunları çözüm önerileri ile sunabilmeli, şahsi ikballer uğruna pembe tablolar çizilmemeli. Bugüne baktığımızda yetkili sendika genel başkanının halen 22. 000 TL. yönelik beyanın geliştirilmesine yönelik çabasının olmadığını görüyoruz. Konut kirasının 10 bin liranın üzerinde olduğu bir ülkede 22 bin liranın bir hükmü olmadığını düşünüyoruz” şeklinde konuştu. 

Sendikalar Siyasetin Merkezinde Olmamalıdır!

Demokratik Sağlık-Sen’in 2011 yılında siyaset için değil sendikacılık için varız kuruluş sloganı ile kurulduğunda bazı çevrelerin “siyasetsiz sendika mı olur” dediklerini, hatta o dönem yetkili sendikada görev yapan kişilerin de bugün kendileriyle aynı fikre sahip olduklarına dikkat çeken Demircan şunları söyledi: “Sendikaların siyasetin merkezinde olmaması gerektiğini ifade etmekteler. Bu fikrimizin bugün anlaşılır olmasını kıymetli buluyoruz. Ancak ülkemizde sendikal bilincin oturmadığını da görmüyor değiliz. Meslek örgütü gibi hareket eden sendikalardan, siyasi parti lideri gibi konuşan sendikalara varana dek birçok çeşitliliğe sahibiz. Kamu çalışanları üzerinde oluşturmak istenilen bir algı ile “siyasetten arınmış sendikayız” söyleminde bulunan sendika yöneticilerinin bir kısmı bir siyasi oluşumun sembollerini kullanırken, bir kısmı eski milletvekilleri aracılığı ile siyasetsiz sendika (!) anlayışlarını tescil etmekteler. Birisi üyesinden aldığı güç ile derebeylik yaparak iri iri cümlelerin arkasında sendikacılık yaparken bir diğeri sus pus sessiz sedasız, sadece üye sayısına odaklanmış. Bu sendikalara üye olan arkadaşları da anlamak mümkün değil. Kendilerine konforlu bir çalışma hayatı sunamayan, ekonomik koşullarının oldukça zor olduğu, birçoğunun yurt dışı sevdası ile dil kurslarına kayıt olduğu bir kesimi gördükçe ve hatta sürekli kendi ücretlerini bir başkasının ücreti ile kıyaslayan kesim sanırım oldukça mutlu, mesut.”

Sosyal Medyada En Çok O’nlar Sitem Ediyor

Sosyal medya platformlarında yapılan paylaşımlara en çok yetkili sendikalara üye olan kişilerin sitem ettiklerini de gördüklerinin altını çizen Togan demircan, “O zaman, neden sorusu da aklımızı kurcalıyor. Whatsapp guruplarında memur arkadaşlarımız “indirim mağazalarını” birbirleri ile paylaşıyor. Ama yaşasın sendikam diyor, seviyorum (!) diyor. Ama diğer taraftan gram altın ile maaş kıyasını yapıyor, çeyrek altın ile maaş kıyası yapıyor. Son zamanların eğilim hesabı ise kamu işçi ücreti ile kendi ücretleri. Bugün yoksulluk sınırının çok altında, açlık sınırın üç beş kuruş üzerinde aylık almanızın yegâne sebebi gırtlağa kadar siyasete batmış sendikalardır. Eğitimli bir kesimin bunu anlamasının bu kadar zor olamaması gerekiyor” dedi.

Baraj Uygulama Sevdalısı Sendikanın Memuru Temsil Etmesi Beklenemez

Yeni Çalışma Bakanı Vedat Işıkhan’ın ziyaretleri sonrası açıklamalarını takip ettiklerini belirten Demircan son olarak şunları söyledi: “4688 sayılı yasanın revize edilmesi dillendiriliyor. Yasanın eksikleri olduğunu biz de kabul ediyoruz, revize edilmeli mi, evet. Lakin yetkili sendikanın talebi dayanışma aidatı. Yani diyor ki herkes bize üye olsun. Kamu çalışanlarının bunca sorunu varken yetkili sendikanın afacan çocuk edasıyla ele avuca sığmaz taleplerinin karşılık bulmayacağını düşünüyorum. Yetkili sendikanın ücret adaletsizliğinin giderilme talebi temsil kabiliyetini yitirdiğinin en net göstergesidir. Kamu çalışanları için planlanan seyyanen zam teklifinden baraj uygulamaları sevdasına vazgeçen, toplu sözleşme masasında oturma düzeni ile hemhal olan bir anlayışın memuru temsil etmesi beklenemez.” (BSHA – Bilim ve Sağlık Haber Ajansı) 

 

“Gerçek Yaşam Öykülerinden Uyarlanan Diziler Hasta Mahremiyeti İhlalidir”

Psikiyatristler, ‘gerçek yaşam öyküsünden uyarlanılmıştır’ ibareli dizilerde kişi adı gizlense de ruhsal sorunları olan kişilerin hikayelerinin paylaşılmasının hasta mahremiyeti ihlali olduğuna dikkat çektikleri makalede önemli uyarılarda bulundu. 

Türkiye’de son yıllarda yeni bir dizi dalgası hakim. ‘Gerçek Yaşam Öyküsü’nden Uyarlanılmıştır’ ibaresini hem ulusal yayın yapan kanallarda hem de ücretli dizi/film platformlarında sıkça görür olduk. ‘Ruhsal sorun yaşayan kişi ve kişilerin gerçek yaşam öyküleri, klinik görüşmeleri’nin gündüz kuşağındaki programlarda ve dizi senaryolarıyla ticari kaygı güdülerek kullanımına psikiyatristlerden tepki geldi. Uzmanlar, “Ruhsal sorun yaşayan bir bireyin yaşam öyküsünün bir firmaya sunularak dizi haline getirilmesi konusunda, o kişiden bir izin alınmış olması; o kişinin kendi hayatını televizyon ekranında görmesi ve başkaları tarafından da görülmesinin yaratacağı ruhsal yükü hafifletmez. Bir diğer sakınca, bu dizilerin içerikleri incelendiğinde kadına, hayvana ve çocuğa şiddet, ensest ilişkiler, cinsel istismar, fiziksel ihmal ve fiziksel istismar, duygusal ihmal ve istismar gibi travmatik deneyimler abartılı bir şekilde izleyiciye sunulmasıdır. Bu görüntülerin yayınlanmasında ruh sağlığı uzmanlarının bir parça da olsa role sahip olmuş olmaları meslek etiğine aykırıdır” dedi.

Psikiyatristlerin Makalesi, Gülseren Buğdaycıoğlu’nu Akıllara Getirdi

Türkiye Psikiyatri Derneği’nde (TPD) görevli Psikiyatristler Prof. Dr. Mehmet Yumru ve Dr. Oğuzhan Herdi tarafından Klinik Psikiloji Dergisi’nin son sayısında yayımlanan ‘Günümüzde Kitle İletişim Araçları ve Ruh Sağlığı Alanında Etik’ başlıklı makalede, herhangi bir isim verilmese de; hasta hikayelerini kitaplaştıran ve kitapları senaryolaştırılan bir isim akıllara geldi. Son yıllarda Türkiye’de hemen hemen tüm kanallarda ‘gerçek yaşam öyküsünden uyarlanmıştır’ ibaresi bulunan dizilerin senaryolarında; Psikiyatrist Gülseren Buğdaycıoğlu’nun adını sıkça görüyoruz. Buğdaycıoğlu’nun adı ilk olarak TRT 1’de 2020 yılında yayımlanmaya başlayan Masumlar Apartmanı dizisi ile karşımıza çıktı. Şu anda birçok kanalda psikiyatristin kitaplarından uyarlanan diziler ‘gerçek yaşam hikayesi’ ya da ‘gerçek yaşam öyküsünsen uyarlanılmıştır’ ibaresiyle izleyiciyle buluşuyor. Camdaki Kız, Çöp Adam, Yalıçapkını, Yüzyıllık Mucize, Ömer bunlardan sadece birkaç tanesi….. 

Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Mehmet Yumru.
“Ruh Sağlığı Uzmanının Medyadaki Yeri Toplumu Bilgilendirmekten Öteye Gitmemelidir”

Psikiyatri Uzmanları; Prof. Dr. Mehmet Yumru ve Antalya Bilim Üniversitesi Klinik Psikoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Dr. Oğuzhan Herdi, Klinik Psikoloji Dergisi’nde, ‘‘Günümüzde Kitle İletişim Araçları ve Ruh Sağlığı Alanında Etik’ konulu bir makale kaleme aldı. Meslektaşlarına, “Ruh sağlığı alanında önemli bir halk sağlığı sorunu haline gelen kitle iletişim araçlarında yaşanan etik ihlaller için hepimize önemli görevler düşmektedir” çağrısında bulunan Yumru ve Herdi, ‘ruh sağlığı uzmanlarının medyadaki görevinin televizyon ekranları başta olmak üzere görsel medyadaki yeri toplumu bilgilendirmekten ve uygun sağlık hizmetini alabilmesi adına yönlendirmekten daha öteye gitmemelidir’ hatırlatması yaptı.  

Psikiyatri Uzmanı Dr. Oğuzhan Herdi.

 ‘Gerçek Yaşam Öyküsü’ Uyarlamalı Dizilere Eleştiri!

Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Mehmet Yumru ve Psikiyatri Uzmanı Dr. Oğuzhan Herdi tarafından kaleme alınan makalede; ulusal yayın yapan birçok televizyon kanalında yayınlanan gündüz programlarında sağlık çalışanlarının konuk olarak alınması, dizi kuşaklarında hasta ve hekim arasındaki gizliliğin ‘gerçek yaşam öyküsünden uyarlanmıştır’ ibaresiyle aktarımı konusuna dikkat çekildi. Psikiyatristler Prof. Dr. Yumru ve Dr. Herdi, “Sağlık alanında diziler, filmler, gündüz kuşağında yer alan programlar toplumun her zaman dikkatini cezbetme özelliğine sahip olmuştur. Bu nedenle her dönemde hastanede geçen diziler ya da filmler ve özellikle gündüz kuşağı olarak adlandırılan programlarda sağlık hizmeti verenlerin katılımlarıyla çekilen bölümler ya da sadece sağlık çalışanlarını konuk olarak alan programlar mevcuttur. Söz konusu ruh sağlığı olduğunda ise bu işin doğasında yer alan hasta mahremiyeti kavramı; psikoterapi odasında sadece psikoterapist ve hastanın yer alması, sürecin sadece o odada yer alan kişilere özel olması, insan ruhsallığının anlaşılmazlığı, bazı ruhsal hastalıkların doğası gereği sahip olduğu ve bazen toplum tarafından anlaşılması güç olan belirtilere sahip olması (sanrı, varsanı, fonksiyonel nörolojik belirtiler, takıntılar, zorlantılar vb.) bu alanı işin profesyoneli olmayanlar tarafından daha da cezbedici hale getirmektedir. Bu cezbedici özellikler son dönemde yurt içinde yayın yapan televizyonların içerik üreticilerinin de bir hayli dikkatini çekmiş olmalı ki bugün hem ücretsiz hem de paralı televizyon kanallarında giderek artan sayıda programlar, diziler ve filmler kanalların yayın akışlarının büyük bir kısmını kaplamaya başlamıştır. Neredeyse her kanalda “Gerçek Yaşam Öyküsünden Uyarlanmıştır” adı altında muhtemelen ruh sağlığı sorunu bulunan ve yardım arayışında olan bireylerin hayat hikayelerinin eklemeler ve çıkarmalarla sunulduğu diziler mevcuttur. Daha da ötesi bir gündüz kuşağı programında kişilerin gönderdikleri ses kayıtları ya da canlı telefon bağlantıları üzerinden aslında psikoterapi ya da muayenehane odasında yer alması gereken bilgilerin paylaşıldığı görülmektedir” tespitinde bulundu. 

Ruhsal Bozukluğu Olanların Yaşam Öyküleri Dizi ve Filmlerde Yer Almalı Mıdır?

Psikiyatristler Yumru ve Herdi, ruh sağlığı bozukluğu olan kişilerin yaşam hikayelerinin dizilerde ve filmlerde yer almasının ve kitle iletişim araçları aracığıyla ticari kaygı güdülerek etik değerlere aykırı bir biçimde metalaştırılmasının sakıncalarının olduğuna dikkat çekti. Makalede, “Ruhsal bozukluğu olanlar, diziler ve filmlerde nasıl yer almalı ya da almamalıdır?” soruları çerçevesinde bu tür yayınların sakıncalarına dikkat çekildi. Psikiyatri uzmanları, “Ruh sağlığı çalışanlarının televizyon ekranlardaki yeri neresidir, nasıl olmalıdır? İlk olarak sakıncalarından başlamak gerekirse, yaşam öyküsünün bir firmaya sunularak dizi haline getirilmesi konusunda o kişiden bir izin alınmış olması o kişinin kendi hayatını televizyon ekranında görmesi ve başkaları tarafından da görülmesinin yaratacağı ruhsal yükü hafifletmez. Bir diğer sakınca, bu dizilerin içerikleri incelendiğinde kadına, hayvana ve çocuğa şiddet, ensest ilişkiler, cinsel istismar, fiziksel ihmal ve fiziksel istismar, duygusal ihmal ve istismar gibi travmatik deneyimler abartılı bir şekilde izleyiciye sunulmasıdır. Ruh sağlığı çalışanlarının temel görevi ruhsal şifa dağıtmak iken bu tür ruh sağlığı sorunları olan kişileri damgalama ve izleyenlerin örselenmesine yol açan bu görüntülerin yayınlanmasında bir parça da olsa role sahip olmuş olmaları meslek etiğine aykırıdır. Aynı zamanda koruyucu ruh sağlığı hizmetleri açısından bakıldığında da bu dizilerde sunulan travmatik deneyimlerle kişilerin nasıl baş edebileceğinin bilgisi sunulmamaktadır” vurgusunda bulundu.  

Hasta Mahremiyeti Vurgusu!

“Mahremiyet önemli etik kurallardan biridir” hatırlatmasında bulunan Psikiyatristler Yumru ve Herdi, hasta ve danışandan alınan bilgilerin hasta ve danışan hekim arasında kalması, bir televizyon programı üzerinden izleyici ile paylaşılmaması gerektiğini belirtti. Makalede ayrıca, Hasta Hakları Yönetmeliği’nde yer alan ilgili maddelere yer verildi. Yönetmeliğin 21. Madde b bendinde yer alan, “Muayenenin, teşhisin, tedavinin ve hasta ile doğrudan teması gerektiren diğer işlemlerin makul bir gizlilik ortamında gerçekleştirilmesini, hasta/danışan ile her türlü temasta mahremiyete saygı gösterilmesi zorunludur (*). Kişilerin özel bilgilerinin ve ruhsal süreçlerinin, kendi onamları olsa dahi, reyting amaçları ile bu şekilde sergilenmesi mesleki kurallara, insan haklarına ve temel etik kodlarına aykırıdır” hatırlatması yapıldı. Psikiyatristler Yumru ve Herdi, ayrıca bir psikiyatri hekiminin kitle iletişim araçlarında sır saklama yükümlülüğünün olduğuna işaret ederek, Türkiye Psikiyatri Derneği Ruh Hekimliği Meslek Etiği Kuralları 7. Maddesi’nde açıkça tanımlanan; “Ruh hekimliği (psikiyatri) tıp biliminin bir dalıdır ve her ruh hekimi tıbbın evrensel etik ilkelerine uymak zorundadır (*)” maddesiyle uyarıda bulundu. 

“Vaka Öykülerinin Sunulması Ruh Sağlığı Eğitiminin Bir Parçası Olarak Kalmalıdır”

“Ruh sağlığı çalışanlarının televizyon ekranları başta olmak üzere görsel medyadaki yeri toplumu bilgilendirmekten ve uygun sağlık hizmetini alabilmesi adına yönlendirmekten daha öteye gitmemelidir” uyarısı yapan Prof. Dr. Yumru ve Dr. Herdi, “Vaka sunumları meslek eğitiminin bir parçası olmakla birlikte gerçek insanların vaka öykülerinin sunulması ruh sağlığı eğitimi ve bilimsel toplantıların bir parçası olarak kalmalıdır. Koruyucu ve bilgilendirici sağlık hizmeti olarak insana ve topluma dair gözlemlerin halka sunulmasının yanında bu bilgilerle ne yapacakları ve nasıl baş edeceklerinin de sunulması gerekmektedir” dedi. (BSHA – Bilim ve Sağlık Haber Ajansı) 

 

Okullarda İmam Görevlendirmesi Uygulaması İzmir’de Protesto Edildi!

Milli Eğitim Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Gençlik ve Spor Bakanlığı arasında gerçekleştirilen Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum Projesi’nin (ÇEDES) hayata geçirilmesinin ardından ve seçimler sonrasında Eskişehir başta olmak üzere İzmir’deki 842 okulda da ‘manevi danışman’ adıyla okullarda imam, vaiz ve müezzin görevlendirilmesi uygulanmasına tepkiler devam ediyor. İzmir İl Eğitim Müdürlüğü ve İl Müftülüğü arasında imzalanan protokolle ildeki 2 bin 496 okulun 3’te 1’ine; yani 842 okula imam görevlendirmesi yapıldı. Eğitim-Sen İzmir Şubeleri konuyla ilgili İl Milli Eğitim Müdürlüğü ile temasta bulundu. Bilim Sağlık Haber Ajansı’nın edindiği bilgiye göre; projede ve görevlendirmelerde il milli eğitim ve müftülük ölçeğinde geri adım atılması ile ilgili bir durumun söz konusu olmadığı öğrenildi. 

İzmir’deki Protestolara Geniş Kapsamlı Katılım

İzmir’deki okullara ‘manevi danışman’ adı altında imam, vaiz ve müezzin görevlendirmesi ile ilgili Eğitim-Sen İzmir Şubeleri Konak’ta bir eylem gerçekleştirdi. ‘Laik Bilimsel Eğitime Aykırı Uygulamaları Reddediyoruz’ konulu basın açıklamasına; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen), Tüm Öğrenci Velileri Dayanışma Derneği (Öv-Der), Öğrenci Veli Derneği (Veli-Der), Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği, Halkevleri Sosyal Haklar Derneği, Alevi Bektaşi Federasyonu, Demokratik Alevi Dernekleri, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği, Alevi Kültür Dernekleri, Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı da katılım gerçekleştirdi. Konak’ta gerçekleştirilen eylemde yapılan basın açıklamasında, Türkiye’de siyasi iktidarın eğitim sistemini siyasal-ideolojik hedefleri doğrultusunda, dini kural ve referanslara göre biçimlendirme isteği vurgulanıp, yetkili konumlardaki kişiler tarafından sıklıkla ifade edildiği vurgulanarak, “Laik Bilimsel Eğitime Aykırı Uygulamaları Reddediyoruz” sloganları atıldı. Laik eğitim vurgusunda bulunan Eğitim-Sen ve diğer katılımcılar, “Dini ve manevi değerleri merkeze alan ÇEDES Projesi, etkin bileşeni din referanslı kurumlar olması nedeniyle laik-bilimsel eğitim anlayışına ve eğitim bilimlerine aykırı bir çerçevede hazırlanmış ve uygulanmaya başlamıştır. Bu proje kapsamında, Milli Eğitim Bakanlığı ve Gençlik ve Spor Bakanlığı hem programa katkı sağlayan hem de “temsilci öğretmen” kanalıyla öğrencileri bulan ve kamu mekânlarını kullandıran kurumlar olarak işlev görmektedir. “Öğrencilere milli, manevi, ahlaki, insani ve kültürel değerlerimizin benimsetilmesi amacıyla tüm lise, ortaokul, ilkokul ve anaokulları ile il merkezi ve ilçelerde bulunan tüm cami ve Kur’an kursları”nı kapsayan proje, Milli Eğitim Müdürlükleri ve Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı il müftülükleri aracılığıyla okullara öğrencilerin sözde ‘manevi gelişimini desteklemek’ amacıyla ‘manevi danışman’ görevlendirmelerinin önünü açmaktadır. Bu bağlamda pedagojik eğitimi bulunmayan vaiz, imam hatip, Kur’an kursu öğreticileri, İzmir ve Eskişehir başta olmak üzere çeşitli illerde görevlendirilmeye başlanmıştır. Protokolde ifade edildiği biçimiyle, “öğrencilerin moral ve motivasyonlarını artırıcı rehberlik hizmetlerinde bulunan” ‘manevi danışman’lara atfedilen kimi işlevler dört yıllık eğitim fakültesi mezunu psikolojik danışmanlarla, zaten yıllardır sürdürülmektedir” denildi. 

“MEB Yürütme ve Denetim Görevini İhlal Etmektedir”

Ortak basın açıklamasında 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 56. Maddesine göre “Eğitim ve öğretim hizmetinin, bu kanun hükümlerine göre Devlet adına yürütülmesinden, gözetim ve denetiminden Milli Eğitim Bakanlığı sorumludur” ibaresi hatırlatılarak ÇEDES Projesi, 1739 sayılı kanuna aykırı olarak eğitim hizmetinin yürütülmesini, gözetilmesini ve denetlenmesini Diyanet İşleri Başkanlığı ve Gençlik ve Spor Bakanlığı ile paylaşarak gözetim, yürütme ve denetim görevini ihlal etmektedir. MEB, böylece okulların çocuğun üstün yararı ve kamu yararına işlev görme niteliğini sekteye uğratmaktadır” cümleleri kuruldu.

“Öğrenciler ve Okullar Dini Eğitim Anlayışıyla Siyasallaştırılmaktadır”

ÇEDES Projesi kapsamında öğrencilerin hem okulda hem de okul dışı ve yaz tatillerinde geçirdiği zamanların ele geçirilerek, okul ve öğrenciler dini referanslı eğitim anlayışı ile siyasallaştırılmaktadır açıklaması yapan Eğitim-Sen İzmir Şubeleri, “Sorumlu kurumlarca yeterince denetlenmeyen, kamusal alana açık olmayan bu alanlarda çocuğa yönelik yaşam hakkı ihlali, fiziksel şiddet, ekonomik şiddet ve çocuk ihmali ve istismarı olaylarını kamuoyu yakından gözlemlemiştir. Eğitimin bütün kademelerinde eğitimin niteliğini yükseltmek, çocukların özgür ve sağlıklı bireyler olarak yetiştirilmesi için somut adımlar atılması gerekmektedir. Ancak MEB, bugüne kadar yaptığı gibi, din ve inanç alanı gibi son derece hassas bir konuda “tek din, tek mezhep” yaklaşımıyla hareket ederek okullarda öğrencilere dini ve manevi değerleri aktarmayı kendisine görev edinmiştir. ÇEDES Projesi iktidarın eğitim sistemini siyasal-ideolojik çizgisi ve dini-kültürel ihtiyaçları doğrultusunda biçimlendirme hedefinin son örneği olarak karşımıza çıkmaktadır. Hiçbir toplum birbirinin aynı ve tamamen aynı düşünen, aynı inancı paylaşan, aynı ‘manevi değerleri’ benimsemiş insanlardan oluşmamaktadır” vurgusu yaptı.

“Laiklik Anlayışın Gerekleri İhlal Edilmektedir”

Laiklik anlayış gereği farklı, inanç, düşünce ve değerler karşısında tarafsız olması gereken bir devletin, sadece bir dinin ve mezhebin öğretilerini, sadece belli bir inancın benimsediği manevi değerleri tüm okullarda ‘tek doğru’ olarak öğretmeye çalışmasının doğru olmadığına dikkat çekilen açıklamada şu cümleler yer aldı: “Doğru bir uygulama olmadığı gibi, farklı inançtan öğrencilere yönelik açık bir dayatma ve ayrımcılıktır. Eğitim kurumlarının herhangi bir şekilde dini içerikli proje ve etkinliklerin mekânı haline getirilmesinin okullara ve eğitim sistemine olumlu anlamda en küçük bir katkısının olmadığı açıktır. Okullarımız, farklı inanç gruplarının her birinin eşit değerde görülmesi gereken, hiçbir öğrencinin inancı ya da felsefi düşüncesi nedeniyle ayrımcılığa uğramadığı kurumlar olmak zorundadır. Öğrencilerin inancı ya da kimliği nedeniyle ötekileştirilmesine ve ayrımcı uygulamalarla karşı karşıya kalmasına neden olacak her türlü girişime son verilmelidir. Laikliğin varlığı, din ve mezhep farklılıkları üzerinden farklı inançtan ve mezhepten insanların birbiriyle çatışmalarına son vermek, her inancın kendisiyle ve diğer inançlarla eşit haklar temelinde ilişki kurmasını güvence altına almak açısından önemlidir. Değişik din, mezhep, inanç ve dünya görüşünden insanların gerçek anlamda “eşit yurttaş” olarak kabul edilmesi, devletin bütün inançlara eşit mesafede ve tarafsız yaklaşmasına, günlük yaşamın her alanında okulda, üniversitede, işyerinde, sokakta, farklı kimlik, inanç ve dünya görüşleri arasında ayırım yapılmamasına bağlıdır. ÇEDES projesi bu yönüyle hem laikliğe hem de laik eğitim anlayışına temelden aykırılıklar içeren bir düzenlemedir.”

“Mücadelemizi Kararlılıkla Sürdüreceğiz”

Eğitim-Sen İzmir Şubeleri ve diğer bileşenler, Türkiye’de eğitim politikalarının merkezinde yer alan “tek din, tek mezhep” anlayışının, farklı kimlik ve inançlara karşı önyargıları diri tutan ve milliyetçilik temelinde yükselen resmî ideolojiyi besleyen ‘manevi değerler eğitimi’ uygulamasının okullardan başlayarak ülkede yaratılan kutuplaştırmayı derinleştirmesinin kaçınılmaz olduğuna işaret etti. Basın açıklamasında, “Böylesi bir uygulama hem çocukların sağlıklı gelişiminin hem de eğitim sisteminde eşit, özgür ve bilimsel düşüncenin ilerlemesinin önünde önemli bir engeldir. Milli Eğitim bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Gençlik ve Spor Bakanlığı, bizzat iktidar eliyle hayata geçirilen ve birbirinden ayrı olması gereken eğitim alanı ile inanç alanlarının birbirine karıştırılmasına yönelik ÇEDES ve benzeri uygulamalardan derhal vazgeçmelidir. Çocuklarımız, ÇEDES ve benzeri projelerle siyasi iktidarın siyasal-ideolojik hedeflerinin parçası haline getirilemez! Bu konuda eğitim emekçileri başta olmak üzere, öğrencilerimizi, velilerimizi ve demokratik kamuoyunu birlikte tavır almaya ve ortak mücadeleye davet ediyoruz. Aşağıda isimlerini belirttiğimiz kurumlarımız olarak okulları dini referanslı faaliyet ve etkinliklerin değil, laik ve bilimsel eğitimin mekânları olması için yürüttüğümüz mücadelemizi kararlılıkla sürdüreceğimizin bilinmesini istiyoruz” ifadeleri yer aldı. (BSHA – Bilim ve Sağlık Haber Ajansı) 

Marmara Üniversitesi ‘PROHEART-AI’ Projesini Hayata Geçiriyor

Türkiye’nin önde gelen üniversitelerinden Marmara Üniversitesi’nin AstraZeneca Türkiye’nin koşulsuz desteği ile başlattığı “PROHEART-AI” Projesi kapsamında, kalp yetersizliğinin yapay zekâ ve giyilebilir teknoloji kullanılarak erkenden tespit edilmesi hedefleniyor.
 Epidemiyolojik verilere göre; hastaneye başvuran her iki kalp yetersizliği hastasından biri sonraki 5 yıl içinde yaşamını yitiriyor ve kalp yetersizliği hastalığı aynı zamanda 65 yaş üstü kişilerde en sık hastaneye yatış nedeni olarak saptanıyor. Bu durum, bu hastalığın erken teşhis ve tedavisini daha da önemli hale getiriyor. Bu veriden yola çıkan Marmara Üniversitesi, giyilebilir teknoloji kullanılarak kalp yetersizliğinin yapay zekâ ile daha erken tespit edilmesini sağlayacak PROHEART-AI projesine başladı. AstraZeneca Türkiye’nin koşulsuz destek verdiği projeye Marmara Üniversitesi ile birlikte Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Eskişehir Sağlık Bilimleri Üniversitesi Şehir Hastanesi, Kütahya Sağlık Bilimleri Üniversitesi Şehir Hastanesi ve Elazığ Fırat Üniversitesi de katkıda bulunacak. Projenin detayları Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ümit Süleyman Şehirli, Marmara Üniversitesi Hipertansiyon ve Ateroskleroz Araştırma Merkezi (HİPAM) Müdürü Prof. Dr. Ali Serdar Fak, AstraZeneca Orta Doğu, Afrika ve Türkiye Bölgesi’nden Sorumlu Başkan Dr. Pelin Eriştiren İncesu ve AstraZeneca Orta Doğu ve Afrika Bölgesi Medikal Direktörü Dr. Viraj Rajadhyaksha’nın katılımı ile gerçekleştirilen toplantıda kamuoyu ile paylaşıldı.

Giyilebilir Tekonoloji Kullanılacak

Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin yanı sıra Mühendislik Fakültesi’nin de dahil olduğu çok disiplinli “PROHEART-AI” projesinde, üzerindeki sensörler aracılığıyla kalbe ait bazı biyolojik verileri anlık izleyebilen ve aynı zamanda bu ölçümleri kaydedebilen giyilebilir teknoloji kullanılacak ve elde edilen biyolojik veriler ve klinik takip verileri ile yapay zeka temelinde algoritma geliştirilecek. Proje, klinik açıdan bu teknolojilerin kullanılarak kalp yetersizliğinin erken tespit edilmesini sağlayacak az sayıdaki çalışmadan biri olarak dikkat çekiyor.

 
Dijital Dönüşümle Bilişim Çağına Uygun Çözümler

Proje hakkında bilgi veren Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ümit Süleyman Şehirli, “Marmara Üniversitesi köklü geçmişinden gelen deneyimi ile toplumsal değerleri ön planda tutarak tüm paydaşları için bilim, kültür, sanat ve sporda değer üreten, yaşam boyu öğrenmeye verdiği önemle sürdürülebilirliği hedefleyen, çok dilli eğitimiyle öncü, uluslararası ve çağdaş bir üniversitedir. Eğitim ve araştırmaların öncülerinden biri olarak toplumsal gelişime yön veren uluslararası bir üniversite olma vizyonu ile çalışırken tıp fakültesi olarak üniversitemizin bu vizyonunu medikal dünyaya da taşıma hedefiyle ilerliyoruz. Yaptığımız çalışmalarda paydaşlarımız ile yol almak bizim için çok değerli. İnovatif teknolojilerden faydalanarak geliştirdiğimiz bu çözüm de paydaşlarımızdan biri olan AstraZeneca Türkiye ile yaptığımız güçlü iş birliğinin bir sonucu. Bu çalışmamız hipertansiyon başta olmak üzere, kalp ve damar hastalıkları konusunda ileri düzeyde multidisipliner araştırma anlayışının yerleştiği bir Türkiye hedefimize de çok önemli katkılarda bulunacak. Erişkinlerde en sık görülen ve en sık ölümlere sebep olan kalp ve damar hastalıkları alanında multidisipliner bir yaklaşım ile böylesine önemli bir projeyi hayata geçirmenin mutluluğunu yaşıyoruz. Dijital dönüşümün tüm olanaklarından yararlanarak bilişim çağına uygun çözümler sunmak için çalışmalarımıza kesintisiz bir şekilde devam edeceğiz.” dedi.
 
Kalp Yetersizliği, Dünyanın Sorunu!

Marmara Üniversitesi HİPAM Müdürü Prof. Dr. Ali Serdar Fak ise açıklamasında şunları söyledi: “Kalbin kasılma veya gevşeme performansının azalması nedeniyle doku ve organlara gerekli ve yeterli kanı gönderememesi sonucu ortaya çıkan kalp yetersizliği, Türkiye’de ve dünyada en sık görülen kronik sağlık sorunlarından biridir.[2] Hipertansiyon, şeker hastalığı, obezite, kalp damar hastalığı, kronik akciğer hastalığı, kronik böbrek yetersizliği, kalp kapak hastalığı, kalp ritim bozuklukları, kalp kası hastalığı veya doğumsal kalp hastalığı kalp yetersizliği sebepleri arasındadır.[3] Kronik kalp yetersizliğinin seyrinde klinik kötüleşmeler yaşanabilir; hastalar artan şikayetlerle sık olarak acile başvurur. Acil başvuru ve yatışlar hastalığın seyrini olumsuz etkiler ve risk daha da artar. Bu nedenle takipte olası kötüleşmenin erken fark edilmesi çok önemlidir. Erken fark edilmesi ve tedavinin zamanında düzenlenmesi hastalığın seyrini iyileştirebilir. Geçtiğimiz yıl HİPAM olarak M.Ü. Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı ve M.Ü. Mühendislik Fakültesi ile birlikte biyolojik verilerden kalp yetersizliğini tespit edebilen bir yazılım geliştirdik. Yakında bilimsel bir dergide yayınlanacak. Bu projemizde ise kronik kalp yetersizliği hastalarında klinik kötüleşmeyi daha erken fark edecek bir yazılım geliştirme amacındayız. Beş klinik merkezle birlikte hastaları takip edeceğiz ve giyilebilir teknoloji ile elde ettiğimiz verileri kullanacağız. Gerçek verileri önceden planlanmış şekilde kullanacağımız için değerli sonuçlara ulaşacağımıza inanıyoruz. Çok disiplinli bir yaklaşımla hayata geçirdiğimiz bu projede giyilebilir cihazlar ve yapay zekâ gibi yenilikçi teknolojiler sayesinde kronik kalp yetersizliği hastalarının takibinde ‘karar destek sistemi’ oluşturmayı hedefliyoruz. Kalp yetersizliği gelişimini engellemek, gelişmişse ilerlemesini yavaşlatmak, yaşam süresini uzatıp yaşam kalitesini yükseltmek için üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirmeye devam edeceğiz.”
 
“Bu Proje Bir İlki Gerçekleştirme Potansiyeline Sahip”
Konuşmasında tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de inovasyonu, iş birlikleri yaparak mümkün hale getirdiklerini söyleyen AstraZeneca Orta Doğu, Afrika ve Türkiye Bölgesi’nden Sorumlu Başkan Dr. Pelin Eriştiren İncesu, “Ar-Ge ve inovasyon çalışmalarımıza devam ederken iyileştirilmiş hasta sonuçlarına odaklı, entegre ve kişiselleştirilmiş sağlık hizmetleri çözümlerine sahip bir gelecek hedefiyle de çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Teknoloji firmalarıyla ve akademik dünya ile iş birliği yaparak, hastalıkların tanı ve teşhisinde sağlık çalışanlarına destek oluyoruz. Marmara Üniversitesi ile kalp yetersizliği konusunda yaptığımız bu iş birliği de yapay zekâ destekli uygulamalar geliştirerek hastalıkların tanı ve teşhisinde sağlık çalışanlarına destek verme konusundaki kararlılığımızın bir yansıması. Pek çok kanser türünden daha ölümcül seyredebilen kalp yetersizliğinde de erken tanı, kanser kadar önem arz ediyor. Bu bağlamda Marmara Üniversitesi’ne yeni nesil teknolojilerle sağlık uzmanlığını buluşturan bu projede koşulsuz destek sağlayacağız. Projede ortaya çıkacak sonuçlar ise sadece Türkiye’de değil dünyada da bir ilki gerçekleştirme potansiyeline sahip. Kalp yetersizliği alanında Türkiye’yi bölgemizdeki bir ana merkez haline getirmeyi amaçlıyoruz. Türkiye’nin akademik gücü ve sağlık sektöründeki potansiyeliyle birlikte, kalp yetersizliği hastalarının yaşam kalitesini artıracak çözümler sunmaya devam edeceğiz.” dedi.
 
Yapay Zekâ İle Hastaların Yaşam Kalitesini Artırmayı Hedefliyoruz
AstraZeneca Orta Doğu ve Afrika Bölgesi Medikal Direktörü Dr. Viraj Rajadhyaksha ise “AstraZeneca olarak değerlerimizden ve bilimden aldığımız ilham ile yaşam değiştiren ilaçların sağlığın hizmetine sunulmasını hızlandırmaya odaklanıyoruz. Ancak yaşam değiştiren ilaçları hastalara ulaştırma misyonumuzu tek başımıza başaramayacağımızı da biliyoruz. Hastaların ve faaliyet gösterdiğimiz toplumların faydası için iş birliklerinin öneminin de farkındayız.  Marmara Üniversitesi ile bilimin öncülüğünde, inovatif ve yeni teknolojileri benimseme vizyonumuz doğrultusunda hastalıkları daha iyi tespit edebilmek ve sağlık sonuçlarını iyileştirmek hedefiyle bu projeyi hayata geçirmenin gururunu yaşıyoruz. “PROHEART-AI” projesi ile giyilebilir teknoloji ve yapay zekâyı kullanarak kalp yetersizliği olan hastalarının yaşam kalitesini artıracak çözümler sunmayı hedefliyoruz. Bu yeni girişimimizin kalp yetersizliği alanına yenilik getirmesini ve gelecekteki iş birliklerinin önünü açmasını diliyoruz” diye konuştu. (BSHA-Bilim Ve Sağlık Haber Ajansı)