Yazar arşivleri: ismail USTA

Prof. Dr. Sönmez’den ‘Akciğer Kanseri Hapı’ Araştırma Sonucunu Paylaştı!

Dünyadan ve Türkiye’den sağlık alanındaki gelişmeleri, hastalıklarla ilgili bilimsel çalışmaları sosyal medya aracılığıyla kamuoyuyla paylaşan Radyoli Uzmanı Prof. Dr. Güner Sönmez, akciğer kanserinin tedavisi konusunda yurt dışında gerçekleştirilen bir araştırma sonucunu paylaştı. Akciğer kanseri tedavisi ile ilgili önemli bir gelişme Prof. Dr. Güner Sönmez tarafından twitter üzerinden kamuoyuyla paylaşıldı.

“Akciğer Kanseri Hapı Ölüm Riskini Yarı Yarıya Azaltıyor”

The Gurdian Gazetesi’nin internet sitesindeki “Akciğer Kanseri Hapı Ölüm Riskini Yarı Yarıya Azaltıyor, ‘Heyecan Verici’ Çalışma” haberinin detaylarını paylaşan Prof. Dr. Sönmez, “Akciğer kanserlerinin yaklaşık % 25’inde EGFR geninde bir mutasyon var. Bu hastalar için geliştirilen ilaç, ameliyat sonrası 5 yıl içinde ölüm riskini %50 oranında düşürdü” paylaşımında bulundu. Haberdeki Osimertinib adlı ilacın faz 3 çalışma sonucunu aktaran Sönmez paylaşımında şu bilgilere yer verdi: “Heyecan verici ve benzeri görülmemiş” diye yorumlanıyor. Şimdi bu güçlü ilaca sahibiz. % 50 akciğer kanseri gibi tipik olarak terapilere çok dirençli olan bir hastalıkta kesinlikle büyük başarıdır. 26 ülkenin dahil edildiği bu araştırma küçük hücreli dışı akciğer kanserlerinde denenmiş. İlacın adı Osimertinib. İyi ki bilim var.” (BSHA – Bilim ve Sağlık Haber Ajansı) 

Eğitim-Sen İzmir, Okullara ‘Manevi Danışman’ Atamasına Karşı Harekete Geçti!

Eskişehir’de Valilik, İl Milli Eğitim Müdürlüğü ve İl Müftülüğü arasında imzalanan protokolle okullara vaiz ve imamların gönderildiği haberinin ardından şimdi de İzmir’de, 2 bin 496 okulun 3’te 1’ine; vaiz, imam hatip ve kuran kursu öğreticisi kişilerin ‘manevi danışman’ olarak atanmasına ilişkin protokol imzalandı. Okullarda imam görevlendirmesi ve ataması yapılması ile ilgili olarak Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) İzmir Şubeleri harekete geçti. Bilim Sağlık Haber Ajansı’na (BSHA) konuşan Eğitim-Sen İzmir 1 Nolu Şube Başkanı Necip Vardal, konuyla ilgili İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nden randevu talebinde bulunduklarını ayrıca veli dernekleriyle de açıklama yapacaklarının altını çizerek, ‘laik eğitimi ortadan kaldırmaya yönelik atılan adımlara karşı Eğitim-Sen İzmir Şubeleri olarak harekete geçtik” dedi.

“Protokol Acilen İptal Edilmelidir”

Vardal, “İzmir Milli Eğitim Müdürlüğü ve İl Müftülüğü arasında ÇEDES Projesi kapsamında okullara ‘manevi danışman’ atanması Anayasanın laiklik ilkesine ve yasalara aykırı olduğunu belirtti. Bugün İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nden randevu talebinde bulunduklarını ifade eden Necip Vardal, veli dernekleriyle beraber hareket ettiklerini söyleyerek, “Milli eğitimde çözülesi gereken çok sayıda sorun varken bu tür uygulamalarla yeni sorunlar yaratılacaktır. Anayasanın laiklik ilkesine aykırı olarak imam ataması yapılan okullarda ‘manevi danışman’ ihtiyacı mı doğdu? Neden böyle bir protokol imzalandı? Rehber öğretmenler atama beklerken, din görevlileri neden okullara atanıyor. Bu protokolün acilen iptal edilmesi bu yanlıştan bir an önce dönülmesi gerekmektedir” çağrısında bulundu.

Anayasanın Laiklik İlkesine Ve MEB Mevzuatına Aykırı!

İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğü ve İzmir İl Müftülüğü arasında Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum Projesi (ÇEDES) kapsamında imzalanan protokol doğrultusunda 842 ‘manevi danışman’ atandı. Protokole göre İzmir genelinde ilk, orta ve lise olmak üzere 2 bin 496 okulun 3’te 1’inde yapılan görevlendirmelerle amaçlananın ‘öğrencilerin milli, manevi, ahlaki, insani, kültürel değerlerimizi benimseyen, koruyan, geliştiren aklı selim, kalbi selim ve zevki selim sahibi, bedensel ve sosyal bakımdan dengeli bireyler olarak yetiştirilmesi’ olduğunun altı çizildi. BSHA, ÇEDES kapsamında gerçekleştirilen protokol ile ilgili Eğitim-Sen İzmir 1 Nolu Şube Başkanı Şube Başkanı Necip Vardal’dan bilgi aldı. Vardal, ÇEDES Projesi kapsamında İzmir’deki okullara ‘manevi danışman’ olarak din adamlarının atanmasına yönelik imzalanan protokolle ilgili olarak bilgi almak amacıyla İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nden randevu talebinde bulunduklarını, konuyla ilgili olarak öğrenci velileri dernekleri ile de irtibatta olduklarının altını çizdi.

MEB İle İlgili Yasalara Aykırıdır

Vardal, “Milli eğitime bağlı okullarda bu atamalar hangi ihtiyaç üzerine bu danışmanların görevlendirildiği konusu henüz net değil. Bu okullar neye göre hangi kriterlere göre seçilmiştir. Bir ihtiyaç analizi doğrultusunda mı bu atama yapıldı? Bu okullarda manevi danışman ihtiyacı mı tespit edilmiştir? Bunun yanında bu okullarda hali hazırda rehberlik ve danışmanlık hizmeti veren öğretmenlerimiz, din kültürü ve ahlak bilgisi dersine giren öğretmenlerimiz var. MEB kendi müfredatı ve mevzuatı kapsamında bu faaliyetleri zaten yürütmektedir. Bunların dışında yeniden Diyanet İşleri Başkanlığındaki görevlilerin pedagojik formasyona sahip olmayan eğitim birimlerine ilişkin herhangi bir eğitim almamış olan kişilerin manevi danışman olarak görevlendirilmesi hem anayasanın laiklik ilkesine hem de MEB’in kendi mevzuatına, milli eğitimle ilgili çeşitli yasalara aykırıdır. Acilen imzalanan protokolün iptal edilmesi gerekmektedir” dedi.

Protokole İtirazlarımızda Israrcı Olacağız!

Eğitim-Sen İzmir şubeleri olarak harekete geçtiklerinin altını çizen Necip Vardal, veli dernekleriyle birlikte ‘manevi danışman’ ataması konusunda açıklama yapacaklarını ayrıca konuyla ilgili itirazlarını sürdüreceklerini belirtti. Vardal sözlerini şöyle sürdürdü: “Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde kendi mevcut mevzuatı çerçevesinde manevi danışman uygulaması söz konusudur. Gençlik merkezlerinde bu görevi yürüten din görevlileri vardır. Yetişkinlere yönelik olarak bu görevin sürdürülmesi mümkündür. İmzalanan protokolün kapsamının imam hatip okulları ve Temel Eğitim Genel Müdürlüğüne bağlı ortaokullar olarak ifade edilmiştir. Ancak uygulamaya ilkokullar ve liseler de dahil edilmiştir. Anayasa ve yasalar açısından bu görevlendirme uygun da, gerekli de değildir. Kendi içerisinde de çelişkili bir durum var.”

Milli Eğitimde Sorunların Daha Da Büyümesine Neden Olacak!

Söz konusu protokolle din adamlarının okullarda ‘manevi danışman’ olarak bulunmasının herhangi bir soruna neden olup olmayacağı sorumuza Vardal şöyle yanıt verdi: “Bu uygulama okullarda ciddi sorunlara neden olacaktır. Okul ikliminin bozulmasına, gerilimlerin, gerginliklerin oluşmasına sebebiyet verecektir. Okullardaki, eğitim öğretimin niteliğine herhangi bir olumlu etkisi olmayacak bir durumla karşı karşıyayız. O nedenle bu din adamları atamasının, görevlendirmelerin bir an önce geri çekilmesi gerekmektedir. Okullardaki mevcut sürecin, okul ikliminin, öğretmen odalarındaki ilişkilerin bozulmamasına neden olacak bu protokolün acilen iptal edilmesi gerekmektedir. Eğer okullarda rehber eksiği varsa rehber öğretmenler atama bekliyor öncelikle bu atamaların gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Eğitim öğretim kamu görevlileri ve ihtisas sahibi kişiler tarafından gerçekleştirilmelidir. Yasalar gereği böyledir. Burada geçmişte yargıya bu ve bunun gibi yapılan başka protokollerin iptal edilmesinde temel gerekçe de bu olmuştur.  Bu söz konusu protokol eğitim alanında birçok sorun varken yeni bir sorun alanı açacaktır. Yeni sorunlar eklemek ve yeni sorunlar getirmenin hiçbir anlamı olmadığı kanaatindeyiz. ÇEDES uygulaması tüm ülke genelinde başlatılan bir proje olmakla beraber geçen günlerde aynı şekilde Eskişehir’de bir görevlendirme yapıldı. Yine aynı şekilde Çorum’da da yine bu anlamda bir koordinatör görevlendirmesi yapıldığı bilgisine sahibiz.” (BSHA – Bilim ve Sağlık Haber Ajansı) 

 

Sol, Ekoloji Mücadelesinin İtici Gücüdür!

Ekolojik Yıkımla Mücadele Haftası ve 5 Haziran Dünya Çevre Günü’nü andığımız bugünlerde politik ekoloji alanında çalışmalar yürüten, siyasi ekoloji, iklim krizi gibi çok sayıda konuda kaleme aldığı makaleler ile toplumu aydınlatan Özgür Üniversite’nin kurucuları arasında yer alan Akademisyen Doç. Dr. Hakan Yurdanur, Bilim Sağlık Haber Ajansı’nın, ‘Bilim ve Çevre’ konusundaki haber dizimizin konuğu oldu.

“Ekolojik Sorunlar İlk Beşe Bile Giremez”

Hakan Yurdanur ile  ‘ekoloji ve siyasi ekoloji’ kavramı arasındaki ayrımı, bireylerde ekoloji bilincinin oluşmasının önemi, ekolojik bilincinin oluşmasında ve ekolojik mücadelede kadının rolü, çevre ve doğa katliamları, devlet politikaları gibi pek çok konuda bir söyleşi gerçekleştirdik. Siyasi Ekoloji kitabını derleyerek çok sayıda akademisyenin ve bilim insanının yazılarını okurla buluşturan Doç. Dr. Hakan Yurdanur, Cumhurbaşkanlığı Seçimleri’nin geride bırakan Türkiye’de ekolojinin, ekoloji politikalarının seçmen ve seçilen üzerindeki etkilerine yönelik de önemli tespitlerde bulundu. Yurdanur, “Ekolojik sorunlar ilk beşe bile giremez. Hal böyle olunca da seçmenin ilgi alanı içine çekilemez. Halkın, ekoloji mücadelesinden hep daha önemli sorunları vardır ve var olacaktır. Özellikle Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aşırı sağ ile merkez sağ yarışını izledik. Ortada sol adına pek bir şey göremedik. Sol demek, ekoloji mücadelesinin itici gücü demektir. Sol yoksa ekoloji mücadelesinin hızlıca gelişmesini bekleyemezsiniz” vurgusunda bulundu.

BSHA: Ekolojiyi ve siyasi ekolojiyi birbirinden ayıran en önemli nokta nedir? 

H.Y: Yaklaşık bir yıl önce 14 değerli dostun katkısı ile Siyasi Ekoloji isimli bir kitap yayınlamıştık. Neden siyasi ekoloji sorusu o günden beri çokça sorulmaktadır. Şöyle ki; kapitalizm insana, topluma, doğaya  ve hayvanlara çoklu şekilde saldırmakta. Ve bu saldırı sınıfsal çelişkileri de içinde barındırmakta. Tüm saldırıların siyasi olduğunu ve karşı çıkışın da siyasi temel de gerçekleşmesi gerektiğini belirtmek için bu ismi kullandık. Biliyorsunuz ki ekoloji tek başına ele alındığında “canlıların kendileri ve çevreleri ile olan ilişkilerini inceleyen bir bilim dalı. “Birçok alt dalı var. Olaya buradan bakınca bir sorun görünmüyor. Saf, temiz, kendinden menkul, etliye sütlüye karışmayan bir bilim dalı karşımızda duruyor. Oysa durum böyle değil. Sınıflı bir toplum da tarafsız bilim olmaz, olamaz! Bilim, iktidarların elinde önemli bir güçtür ve teknoloji ciddi bir silahtır. Bu anlamı ile bizler siyasi ekoloji derken, ekolojinin kapitalizm marifeti ile uğradığı saldırıları ve buna verilen cevapları kastediyoruz. Siyasi ekoloji sadece teori de değil pratikte de mücadele ve örgütlenmenin sesidir.

‘Baltalar Elimizde, Biz Gideriz Ormana’ Tarzı Bir Ekolojik Bilinçle Karşı Karşıyayız

BSHA: Bir birey de ekoloji bilinci ne zaman ve nasıl oluşur ? 

H.Y: Az önce söylediklerimden devam etmek gerekirse, ekoloji biliminin her şeyden bağımsız, tek başına oluşmadığını görmekteyiz. Ekoloji, ekonomi, siyaset, sosyo kültürel durum, bilim ve sanat iç içe geçmiş durumda. Buna feminist hareketleri ve hayvan hakları mücadelesini de eklemeliyiz. Ekolojik bilinç de bunların gelişimine paralel bir seyir izlemektedir. Bizim gibi “çevre hareketi” orjinli ülkeler de ekoloji mücadelesinin gelişim seyri oldukça yavaştır. Bugün büyük bir kitle ekoloji mücadelesini görmezden geliyor. Kuşlar, çiçekler, börtü böcekler etkinliği olarak algılıyor. Yaşadığı bölgeye (köyüne, kasabasına) santral kurulacak veya maden ocağı açılacaksa “benim bölgem de yapmayın, gidin nere de yaparsanız yapın” diyerek karşı çıkıyor. Başka bir yerde yapılmasını pek umursamıyor. Ormanı, ağacı, denizi, hayvanı kendisinin malı gibi görüyor ve işine yaramayacağını düşündüğü an ilişkisini kesiyor. Bu insan merkezli anlayış ırkçılık ve türcülüğün de gelişmesinde son derece etkilidir. Bugün insana, topluma, doğaya ve hayvanlara karşı yükselen ırkçı ve türcü söylem ve eylem mevcut. Bunlar; milliyetçilik, faşizm ve nihayetin de kapitalizm orjinli gelişmelerdir. Bugün “baltalar elimiz de, uzun ip belimiz de biz gideriz ormana” türküsünün eşlik ettiği bir ekolojik bilinçle karşı karşıyayız.

BSHA: Ekolojik bilincin oluşmasında ve ekolojik mücadelede kadının rolü nedir ? 

H.Y: Çok hem de çok önemli rolü var kadınların. Kadınlar, sadece kapitalist sistemi sorgulamıyor aynı zaman da ona karşı örgütlenip mücadele ediyor. Bu anlamı ile çok önemli bir yere sahip olan “Ekofeminist” hareket 1970’lerden bu yana aktif şekilde mücadele ediyor. Ekofeminst hareketler, yeryüzünün sömürüsü ile tüm canlıların sömürüsü arasında ki bağlantıları görüp deşifre etmekte. Tabi burada biyolojik varlık olarak sınırlandırılmış, doğayla özdeşleşmiş kadın orjinli tanımların hatasına düşmemek gerek. Doğa Ana, Bakir Toprak gibi söylemler cinsiyetçi bakışı gizliden de olsa savunur. Doğa, kadın ve hayvanı ötekileştirir. Oysa kadın, doğa, hayvan arasında toplumsal ve tarihsel bağlantıları görmek ve söylemek gereklidir. Kapitalizmin bir cinsiyeti varsa o da erkek olduğudur. Erkeğin egemenliği yok edici, sindirici, sömürücü ve yağmacıdır. Bu anlamı  ile ekofeminist hareketler erkek egemenliği ile birlikte ardında yatan kapitalist şiddetle de mücadele halindedir.

Batı Ülkeleri Ürettiği Atığı Bizim Gibi Çevre Ülkelere Gönderir

BSHA: Siyasi ekoloji dünya genelinde de üretilen politikalara baktığımızda çevre ve doğa katliamları ile karşılaşmaktayız. Doğaya ve canlılara karşı daha yaşanabilir değil, yaşanamaz ve yok edici bir saldırı var. Nasıl yorumluyorsunuz?

H.Y: Bir kere şu çok önemli; batı, doğu olduğu için, doğuyu sömürdüğü için batıdır! Deniliyor ki; batı ülkeleri ne kadar temiz, çevreye ve doğaya ne kadar saygılı. Burada iki önemli husus var. Birincisi; batı ülkeleri ürettiği her tür atığı bizim gibi çevre ülkelere gönderir. İkincisi, kendi sermayesine yeni alanlar açmak için çevre ülkelerde santral yapar maden arar. Burada ucuz hammadde, ucuz ve örgütsüz iş gücü, devlet desteği gibi önemli faktörleri de eklemeliyiz. Batılı ülkelerin sokaklarında kedi, köpek yok çünkü hepsini zamanında öldürmüş! Bunun adına da medeniyet deniyor! Çağdaşlaşma deniyor! Öyle olmak içinde yırtınıp duruluyor. En son asbest yüklü savaş gemisi söküm için Aliağa’ya gelecekti. Yöre halkının ve diğer örgütlerin desteği ile önlendi biliyorsunuz. Bu resmen hem yöre halkına hem de çevresine ve tüm canlılara ölüm getirmek demekti. Batı temiz falan değil. Çünkü kapitalizm kirlidir ve kirletmeden var olamaz!

BSHA: Ekolojik mücadelenin hakkını veren ve kazanımları en çok olan ülke ve ülkeler hangileridir ?

H.Y: Sanırım Afrika’nın, Amazon ormanlarının, Avustralya yerlilerinin yaşadığı yerlerdir. Tabi hala o bölgelere girilmediyse… İnsan ve doğa yok edilmediyse… Şu an kapitalizmin girmediği, talan etmediği, ele geçirmediği yer kalmadı. Yani kirlenmemiş, yok edilmemiş alan yok. O nedenle ekolojik anlamda zarar görmeyen ülke de yok. Kapitalizm var oldukça bu süreç devam edecek. Kızılderililerin söylediği gibi “son ağaç kalıncaya dek” sömürü sürmeye devam edecek.

BSHA: Ekoloji politikalarına baktığımızda doğa ve canlılara yönelik alınan kararlar, çıkartılan yönetmelikler doğrultusunda pek de iç açıcı bir 20 yıl geçirmedik. Bir seçim sürecinden geçtik. Mevcut iktidar yeniden seçildi. Seçimin hemen sonrasında Samsun’da köylüler yaşam alanlarının katliamına karşı isyandaydı. Oysaki bu seçmen tercihini iktidar partisinden yana kullanmıştı. Bu ikircikli durumu nasıl okumalıyız?

H.Y: “Benim bölgeme santral yapma, maden ocağı açma, git başka yere ne yaparsan yap” zihniyetinin hakimiyeti olduğu sürece genel bir mücadele perspektifi yakalamak çok zor. Seçim sürecinde ben hemen hemen hiç bir partinin (bir ikisi hariç) ekoloji mücadelesi ve hayvan hakları üzerine önemli tespit ve çözümlerine rastlamadım. Burada bir analiz yapalım: Kapitalizm sorunları numaralandırır. Birinci  sorun ülkenin bekasıdır. İkinci sorun terör, üçüncü sorun ekonomi şeklinde liste uzar gider. Ekolojik sorunlar ilk beşe bile giremez. Hal böyle olunca da seçmenin ilgi alanı içine çekilemez. Halkın ekoloji mücadelesinden hep daha önemli sorunları vardır ve var olacaktır. Özellikle Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aşırı sağ ile merkez sağ yarışı izledik. Ortada sol adına pek bir şey göremedik. Sol demek , ekoloji mücadelesinin itici gücü demektir. Sol yoksa ekoloji mücadelesinin hızlıca gelişmesini bekleyemezsiniz.

Ekolojiye Saldırı Politiktir, Cevap Da Politik Olmak Zorundadır

BSHA: Ekolojiye yeni başlayanlar için önerileriniz nelerdir?

H.Y: En önemli konu, ekoloji mücadelesi ile çevre hareketleri arasında ki önemli ayrımı iyice öğrenmek olacaktır. Bizde kavramlar yerli yerinde kullanılmıyor ve büyük sorunlar yaratıyor. Çevre hareketleri, düzen içi, düzen sınırları ile çevrelenmiş hareketlerdir. Kapitalizmi sorgulamazlar. Koşulsuz kabul ederler. Küçük başarılar ve sonuçlar onları fazlası ile mutlu eder. İmza kampanyaları, dilekçeler, açılan davalar, ÇED raporları, teknik detaylar… Bunlar ilk etapta gerekli olabilir fakat ilerisi için asla yeterli değildir ve sönümlenmeye mahkumdur. Zaten politik bir saldırının karşılığı hukuki yollarla verilemez. Ekolojiye saldırı politiktir ve cevap da politik olmak zorundadır.

 BSHA: Ekoloji, siyasi ekoloji alanındaki bilgileri paylaştığınız, sorularımıza verdiğiniz cevaplar için teşekkürler. Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

H.Y: Ekoloji mücadelesine gelecek olursak; az önce çevre hareketleri ile ilgili neler söylediysem tam tersini ekoloji mücadelesi için söyleyebilirim. Tüm dünyada ekolojik hareketlenme, bilinç, örgütlenme ve eylemlilik bu yolla tesis edilebilir. Tersi treni sallamaktan öteye geçemez! Değerli sohbet için size çok teşekkür ederim. Sağ olun, var olun…  (BSHA – Bilim ve Sağlık Haber Ajansı) 

 

Saç Dökülmesi Neden Olur ?

Saç Dökülmesi nedenleri hakkında Medikal Estetik Hekimi Dr.Cenk Gül konu ile ilgili bilgiler verdi.

Cilt sağlığı kadar saç sağlığı da hem erkekler hem de kadınlar için önem taşımaktadır. Sağlıklı olan bir saç her ay 1-1.5 cm oranında uzar. Günde 50-100 adet saç teli dökülmesi normaldir ancak aşırı miktarda saç teli dökülmesi oluyorsa bir uzmana başvurulmalıdır. Saç dökülmesini etkileyen birçok vardır. Bunların başında genetik yatkınlık geliyor.Diğerleri ise; stres, tiroid hastalıkları,vitamin eksiklikleri,beslenme şekli, ilaç kullanımı,hormonal değişiklikler, kansızlık, mevsim değişiklikleri, bazı deri hastalıkları, kadınlarda saçı çok sıkı toplama, saç yolma hastalığı, menopoz gibi…

Saç Dökülmesinde Mezoterapi Faktörü

Ayrıca hava kirliliği nedeniyle saçlar 3 günde bir yıkanabilir ancak saçı fazla yıkamak saçların yıpranmasına yol açar.Saçların kurumasına ve yıpranmasına karşı ılık suyla yıkanmalı çok sıcak sudan uzak durulmalıdır, Saç dökülmesi kadınlara oranla erkeklerde daha sık yaşanan bir sorundur. Erkeklerde genetik saç dökülmesi ergenlikten, 40 ve 50 li yaşlara kadar herhangi bir zaman diliminde başlayabilir.  Sağlıksız ve dökülen saçlar kişilerde özgüven kaybına neden olabilen bir sorundur.Ancak saç kayıpları çözümsüz değildir.  Saç dökülmesinde saç mezoterapisi oldukça sık kullanılan bir tedavi seçeneğidir.Hem kadınlar hem de erkeklerde saç dökülmesi sorunu için uygulanan mezoterapi yöntemi, dökülmeyi engeller, saçları güçlendirir ve sağlıklı şekilde uzamasına yardımcı olur. Saçkıran, kellik ve saç dökülmesi gibi problemlerin tedavisinde kullanılan mezoterapi, içerisinde çeşitli besin ögelerinin yani vitamin, mikro elementler ve besleyici enzimlerin olduğu etkili bir karışımdır. Bu karışım enjektör yardımıyla saç derisine enjekte edilir ve hücre metabolizmasının hızlandırılmasını sağlayarak, saç derisindeki kan dolaşımını artırır.Mezoterapi iğnesi ilaç enjeksiyonu saç derisinin 2-3 mm altına yapılır.Kişiden kişiye değişiklik gösteren saç mezoterapisi tedavisi süresi 3 ila 10 seans arasında yapılmaktadır.

Saç Dökülmesinde Mikro Greft Yöntemi

Diğer bir tedavi yöntemi, kişinin kendi kanından elde edilen PRP (Platelet Zengin Plazma) tedavisi, kanın özel bir işlem ile plazmasının ayrıştırılarak, vücuda enjeksiyon yoluyla geri verilmesi işlemidir. Elde edilen plazma büyüme faktörlerinden oldukça zengindir. Saç dökülmesi ile mücadelede en yeni yöntem ise otolog mikro greft işlemidir. Doku rejenerasyonunda, kılcal damar ve doku yenileme terapisine dayanan yeni bir tekniktir. Bu teknikte, saçlı derinin ve dokuların yenilenmesi için ”Kişinin kendi (otolog) hücrelerinden oluşan bir doku süspansiyonu” kullanılır.Uygulamada, hastaların kulak arkası bölgesinde bulunan sağlıklı saçlı deriden toplanan hücreler işlemden geçirilerek tekrar saçlı derinin bütününe enjekte edilir ve böylece uygulama yapılan bölgede progenitor (öncül) hücrelerin sayısının artışı sağlanır. (BSHA – Bilim ve Sağlık Haber Ajansı) 

 

HEP-SEN ve Sağlık Çalışanları-Sen’den Yüzde 2 Barajına Karşı İttifak Hamlesi!

Hemşireler ve Tüm Sağlık Çalışanları Sendikası (HEP-SEN) ve Sağlık Çalışanları Sendikası, 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanunu hükümleri uyarınca kamu görevlileri sendikalarına getirilen yüzde 2 baraj uygulamasına karşı güçlerini birleştirdi.

Sendikalara Açık Çağrı

Sosyal medya aracılığıyla yapılan açıklamada, “Hareketimizin merkezi bugün önemli misafirleri ile sağlık ve sosyal iş kolunda sorunları ve çözüm önerilerini görüşmüştür. Sahanın sesine, sahanın inisiyatifine ve isteğine artık sessiz kalamazdık. Sağlık emekçilerinin yoğun talepleri doğrultusunda HEP-SEN ve Sağlık Çalışanları Sendikası birleşme kararı almıştır. Buradan tüm bağımsız sendikalara çağrımızdır; sağlık emekçileri için sahanın isteğine sessiz kalmayalım birleşelim” cümleleri yer aldı.

Şimdi Değilse Ne Zaman?

HEP-SEN Başkanı Yunus Şimşek, “Sağlık sosyal iş kolunda emekten yana faaliyet gösteren tüm sendikalara çağırımızdır: Sağlık emekçilerinin isteklerini, birleşin taleplerini duyalım. Fedakar sağlık emekçileri bu kötü şartları hak etmemektedir. Saha için emek için şimdi inisiyatif alma zamanıdır. Hep-Sen ve Sağlık Çalışanları Sendikası meşaleyi yakmıştır. Şimdi değilse ne zaman?” diyerek sendikalara çağrıda bulundu. Sağlık Çalışanları Sendikası Başkanı Menderes Özer de, “Mücadelemiz sahanın sesini duyurmak içindir , mücadelemiz tüm sağlık emekçileri içindir” dedi. (BSHA – Bilim ve Sağlık Haber Ajansı) 

Türk Toraks’tan ‘Enkaz Atıklarının Bertarafında Mevzuata Uyun’ Çağrısı

Türk Toraks Derneği, 5 Haziran Dünya Çevre Günü nedeniyle yaptığı basın açıklamasında çevre sorunları konusunda önemli verileri paylaşarak uyarılarda bulundu. Çevre Sorunları ve Akciğer Sağlığı Çalışma Grubu tarafından yapılan açıklamada, 6 Şubat Depremleri sonrası yapılan enkaz kaldırma çalışmalarında ortaya çıkan tehlikelere dikkat çekilerek enkaz atıklarının bertarafı konusunda yetkililere mevzuatlara uygun hareket edilmesi yönünde çağrıda bulunuldu. 

Ekolojik Yaşam Alanları İşgal Edilmektedir!

Asbest tehlikesine dikkat çeken Türk Toraks Derneği Çevre Sorunları ve Akciğer Sağlığı Çalışma Grubu Sekreteri Uzm. Dr. Selin Çakmakcı Karakaya, “Bölgede, enkazlar ve katı atıklar, yönetmeliklere uygun olmadan yanlış uygulamalarla hızla ve hiçbir önlem alınmadan kaldırılmakta, üstü açık kamyonlarla uygun olmayan alanlara gelişigüzel dökülmektedir. Ekolojik yaşam alanları işgal edilmekte ve geri dönüşü olmayabilecek etkilere neden olmaktadır. Bu süreçte oluşan tozlar, geniş bir alanda hava kirliliğine yol açmaktadır. Havaya saçılan yüksek yoğunluktaki tozlara ve parçacık maddelere maruz kalım, akut ve kronik solunumsal sorunlara (akciğer zedelenmesi, bronşlarda daralma, kronik öksürük, kalıcı bronşiyal aşırı duyarlılık, akciğer fonksiyonunda azalma) ve astım, KOAH alevlenlenmelerine neden olmaktadır. Beton ve sıva ile kaplanmış duvarlar ve diğer yüzeylerden yüksek konsantrasyonda salınabilen silika partikülleri, silikozise neden olabilir. Enkazların ve alt yapının kaldırılması sırasında havaya salınan asbest lifleri solunum yolu ile vücuda girerek yıllar içerisinde akciğer kanseri, akciğer zarı kanseri (mezotelyoma), yutak kanseri ve akciğer sertleşmesine ve fibrozise (asbestozis) neden olabilir. Çocuklar, yaşlılar, gebeler ve daha önceden solunumsal ve kalp damar hastalığı gibi kronik hastalığı bulunanlar bu kirleticilere en çok duyarlı olan kişilerdir. Aynı zamanda arama-kurtarma, enkaz kaldırma ve atık yönetimi çalışanları için de sağlık riskleri oluşturur.”

4 Numunede Asbest Tespit Edildi

Uzm. Dr. Çakmakcı Karakaya, dere yatakları, tarım arazileri ve su kaynaklarına çok yakın bölgelere enkazların döküldüğünü belirterek asbest tehlikesine dikkat çekti: “Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi tarafından, 21-22 Nisan 2023 tarihlerinde Hatay ve Samandağ ilçesinde üç adet döküm sahası ve bir adet yerleşim yerinden olmak üzere toplam 8 adet katı asbest numuneleri alarak analiz edilmiştir. Dört numunede (malzeme: eternit) asbest (krizotil) tespit edilmiştir. Hazırlanan raporda konutların, çadırların ve kamu kurumların (okullar, spor merkezleri vs…) yaklaşık 100 metre yakınında döküm sahaları tespit edilmiştir. Dere yatakları, orman arazileri, zeytinlikler, seralar, tarım arazileri ve su kaynaklarına çok yakın bölgeleri döküm sahası olarak tercih edildiği bildirilmiştir. Bu durum, yeni bir afetin göstergesidir. Deprem bölgesinde yıkımla ilgili yapılan bütün çalışmalar asbest söküm uzmanları kontrolünde ve eğitimli personel tarafından yürütülmelidir. İlk adım olan birincil koruma için, 25 Ocak 2013 tarihli ve 28539 sayılı Asbestle Çalışmalarda Sağlık ve Güvenlik Önlemleri Hakkında Yönetmelik’te belirtilen şekilde asbest veya asbestli malzeme tozuna maruz kalım riski bulunan çalışmalarda gerekli genel önlemlere göre çalışma alanlarında gerekli düzenlemeler yapılmalı, ortam ölçümleri yapılmalı, çalışanlara uygun kişisel koruyucu donanım (asbest koruyucu maske; FFP3, tulum; tyvek kategori 5/6, iş eldiveni) verilmelidir. Enkaz çalışmaları sonlanana kadar bölgedeki herkese FFP3 maske verilmeli ve kullanımı sağlanmalıdır. Tüm sorumlulara, inşaat ve yıkıntı atıklarının taşınması, geçici depolama sahalarında ayrıştırılması ve atıkların bertarafı süreçlerinde mevzuatlara uygun davranmaları, yasal sorumluluklarını yerine getirmeleri ve denetim mekanizmalarını işletmeleri için çağrıda bulunuyoruz.” 

 

Çalışma Grubu Başkanı Prof. Dr. Genç, Mikro ve Nanoplastikler Konusunda Uyardı

Günümüzün en önemli çevre sorunlarından biri olan mikroplastikler konusunda da uyarıda bulunan Türk Toraks Derneği, Dünya Çevre Günü’nün önemine işaret ederek mikroplastiklerin; yediğimiz sebze, meyvelerden deniz ürünlerine kadar birçok yiyecek ile besin zincirimize girerek obezite, diyabet ve kronik karaciğer hastalığına neden olduğuna dikkat çekti. Ayrıca nanoplastiklerin de kanser oluşumunda rol oynayan kimyasalları harekete geçirebileceğinin bilimsel çalışmalar ile saptandığına işaret eden Türk Toraks Derneği Çevre Sorunları ve Akciğer Sağlığı Çalışma Grubu Başkanı Prof. Dr. Sebahat Genç, “Türk Toraks Derneği olarak, insan sağlığının ve evrende yaşam şansı bulabildiğimiz tek yer olan dünyamızın geleceğinin tehdit altında olduğu, yaşadığımız iklim krizi, hava kirliliği ve deprem felaketi nedeniyle kayıplarımızın olduğu bu dönemde Dünya Çevre Günü’nü önemsiyoruz. Hava kirliliği, iklim krizi ve gezegen sağlığına etkileri günümüzde sıklıkla vurguladığımız, önlem alınması için uyarılarda bulunduğumuz çok önemli sorunlar. Bu yıl, daha az bahsedilen ama yine çok önemli bir sorun olan plastik kirliliğine ve ülkemizde yaşadığımız deprem felaketi ve ardından yaşadığımız çevre ve insan sağlığına ağır etkileri olan enkaz kaldırılması sorununa vurgu yapmak istiyoruz” diyerek plastik kirliliğine dikkat çekti.

2 Litre Su İçen Biri Yılda 90 Bin Plastik Parçacığı Vücuduna Alıyor

Prof. Dr. Genç, günde 2 litre plastik şişeden su içen kişilerin yılda 90 bin plastik parçacığını vücutlarına aldığını belirterek şunları söyledi: “Aslında plastik sorununun en büyüğü, gözle görülemeyecek ve okyanuslara, havaya, toprağa dağılmış durumda olan yüz milyarlarca ‘MİKROPLASTİK’tir. Plastik atıkları, aşınma ve bozunma yolu ile mikro ve nanoparçacıklara ayrılır. Boyutları 0,001 ile 5 mm arasında değişen mikroplastikler ve 0,001 mm’den daha küçük olan nanoplastikler, nihayetinde deniz ürünleri ve hatta meyve ve sebzeler aracılığıyla besin zincirimize girmekte, yediğimiz yiyeceğe, içtiğimiz suya ve hatta soluduğumuz havaya karışmaktadır. Deniz ürünlerinde, bira, bal, sofra tuzu, şişelenmiş maden suları gibi yiyecek ve içeceklerde mikroplastik varlığına rastlanmıştır. Düzenli kabuklu deniz hayvanı tüketen bireylerin yılda yaklaşık 11.000 adet mikro- ve/veya nanoplastik tükettiği tahmin edilmektedir. Ayrıca plastik şişelerden sıvı tükettiğimizde de vücuda girebilmekte, bu şişelerden günde 1,5-2 litre su içen kişiler yılda 90 bin plastik parçacığını vücutlarına almış olmaktadırlar. Bu parçacıkların bir başka kaynağı da birçok sağlık ve güzellik ürününde bilinçli olarak kullanılan mikro taneciklerdir.”

“Nanoplastikler Kansere Yol Açan Kimyasalları Harekete Geçirebilir”

Prof. Dr. Genç, plastiklerin yarattığı risklere de dikkat çekerek şunları söyledi: “Yutulan mikro ve nanoplastiklerin bir sağlık riski oluşturup oluşturmadığı çok sayıda çalışmada araştırılmaya devam edilmekte olup hala uzun vadeli etkileri büyük ölçüde bilinmemektedir. Viyana Üniversitesi Tıp Fakültesi’ndeki araştırma ekibi, mide-bağırsak yolundan geçen parçacıkların bağırsak mikrobiyomunun bileşiminde değişikliklere yol açtığını belirterek, bu değişikliklerin obezite, diyabet ve kronik karaciğer hastalığı gibi metabolik hastalıklarla bağlantılı olduğuna dikkat çekmiştir. Çalışmada, parçacıkların, lokal inflamasyonu ve bağışıklık yanıtını tetikleyebileceği ve özellikle nanoplastiklerin kanser oluşumunda rol oynayan kimyasalları harekete geçirebileceği saptanmıştır. Yine mikroplastikler plasentada gösterilmiş, doğan bebeklerde düşük doğum ağırlığı ile ilişkili bulunmuşlardır. Ayrıca plastiklerin içeriğinde bulunan Akrilonitril, Bisfenol-A ve Fitalat gibi kimyasalların kanserojen olduğu, meme kanseri ve prostat kanserine yol açabilecekleri bildirilmiştir.”

Günümüzde Plastik Kirliliğinin Boyutu

Türk Toraks Derneği açıklamasında, dünyanın, plastikler tarafından istila edildiğini, her yıl yarısı yalnızca bir kez kullanılmak üzere tasarlanmış 400 milyon tondan fazla plastik üretilmekte olduğuna işaret ederek şu bilgileri paylaştı: “Bunun ancak %10’dan azı geri dönüştürülmekte, tahminen 19-23 milyon ton plastik göller, nehirler ve denizlerde son bulmaktadır. Bugün plastik, çöplüklerimizden taşmakta, okyanuslara sızmakta, zehirli dumana dönüşerek atmosfere salınmakta ve gezegenimizin sağlığını tehdit etmektedir. 60 yıldır biriken plastik atıkların oluşturduğu çöp adaları, dev boyutlara ulaşarak KITA olarak adlandırılabilecek boyutlara gelmiştir. Pasifik Okyanusu’nun ortasındaki devasa atık yığını kabaca, 1,6 milyon km2 (Türkiye’nin 2,5 katı) genişliğine ulaşmıştır.”

#PlastikKirliliğineDurDe!

Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) tarafından bu yılın temasının plastik üretimi ve kullanımını azaltmak üzere olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Genç sözlerini şöyle tamamladı: “Ekonomik Kalkınma ve İş birliği Örgütü (OECD)’ne göre, dünyada plastik atık son 20 yılda iki misli arttı ve 2019’da yılda 353 milyon tona ulaştı. Yine OECD’ye göre, gerekli önlemler alınmadığı taktirde, plastik atıkların 2060’a gelindiğinde üç misli artacağı öngörülmektedir. Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP), plastik atıkların 2040’a kadar %80 azaltılmasını amaçlayan yol haritasını Paris’te düzenlenen uluslararası konferansta tartışmaya açmıştır. Yol haritası, ülkelerin, şirketlerin çevreyi kirleten mevcut teknolojilerden vazgeçmesi ve gerekli pazar düzenlemelerini yapmaları halinde, plastik atıkların azaltılmasında önemli adımlar atılacağı iddiasını ortaya koymaktadır. Plastik kirliliğinin çok ağır boyutlara ulaştığı, atıkların havamızı, suyumuzu ve toprağımızı kirlettiği gerçeği gün gibi ortadadır. Tek kullanımlık plastik üretimi ve kullanımı azaltılmalıdır. Bu nedenle UNEP bu yıl Dünya Çevre Günü temasını #PlastikKirliliğiniYen olarak belirlemiştir. Biz de tüm kurumlarımızı ve halkımızı plastik kirliliğini durdurmak için harekete geçmeye davet ediyoruz ve #PlastikKirliliğineDurDe! diyoruz.” (BSHA – Bilim ve Sağlık Haber Ajansı) 

 

 

 

 

İstanbul Eğitim Araştırma’da Görevli Hemşireden CİMER’e ‘Mobbing’ Başvurusu

İstanbul Eğitim Araştırma Hastanesi’nde görevli bir hemşire, meslektaşları adına çalışma koşullarıyla ilgili uğradıkları haksızlıklar ve olumsuzluklar üzerine Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi’ne (CİMER) başvuruda bulundu.

Hastanede çalışan bir hemşire, CİMER’e yaptığı başvuruda, uğradıkları baskı ve yanlış uygulamaları anlatarak sorunlarının çözülmesi talebinde bulundu. Bilim Sağlık Haber Ajansı’nın (BSHA) edindiği bilgiye göre şikayet evrağında hemşire; “İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde ciddi anlamda yapılan hemşireye yönelik mobbing üzerine sizlere yazmaktayım. Öncelikle çoğu çalışma arkadaşım uygulanan bu mobbing ve tehditvari konuşmalar sebebiyle tarafınıza yazamamakta ayrıca durumu düzeltmek için herhangi bir muhatap göremediğinden çözüme ulaşamamaktadır. Uygulanan mobbing niteliği oldukça sert söylemler ve uygulamalar içermektedir” cümlelerine yer verdi. Hastanede gerçekleştirilen bir toplantı ile ilgili de bilgi paylaşımında bulunan hemşire CİMER başvurusunda, “mesleğimizin aşağılanması yetmeyip, yapılan bu insan dışı uygulamaları kabul etmiyor acilen yönetici kadrosunun gereken çözümün sağlanması hususunda düzenleyici uygulamalar yapmaları” taleplerinde bulundu.

Başhekim BSHA’ya Konuştu

BSHA’nın konuyla ilgili ulaştığı Başhekim Doç. Dr. Mehmet Toptaş CİMER başvurusunda yazılan mobbing iddialarının asılsız olduğunu, nöbette uyuyan hemşirelere hasta bakımlarını aksattıkları gerekçesiyle tutanak tutulduğunu doğruladı, “Mobbing değil rutin işleyiş” dedi.

“Hemşireler Dinlenemez, Dinlenene Tutanak Tutulacak”

Hemşire tarafından CİMER’e isimsiz olarak yapılan şikayette, korku ikliminden ötürü isimsiz başvuru yapıldığının altı çizildi. Başvuruda şu detaylara yer verildi: “17/05/2023 tarihli Sorumlu Hemşireler ve Koordinatör Hemşirelerin düzenlediği toplantıdaki bazı söylemleri sizlere iletmek istiyorum; hemşireler dinlenemez, dinlenen hemşire görüldüğü an tutanak tutulacak ayrıca nöbetlerde en az 2 olması gereken hemşire sayısını teke düşüreceğiz ‘’sürünsünler.’’ Diğer dikkatimizi çeken söylem ise şu şekilde; asistan Hekimler dinlenebilirken Hemşireler neden dinlenemiyor söylemi üzerine; onlar da hekimler gibi 6 yıl okusaydı, onlar da dinlenseydi gibi mesleğimizi aşağılayıcı birçok söylem ve alınan sert kararlar mevcuttur. Özellikle son zamanlarda gece vardiyasında sorumlu supervisorlara verilen talimat ile tüm klinikler saat başı görev yetki alanına müdahale edecek şekilde kontrol edilerek, iş alanı, görevimize müdahale edilmektedir. Bu talimatı yerine getirmeyen sorumlu hemşireleri görevlerinden almak, yerinden etmek gibi tehdit içerikli söylemlerle uyarmaktalar. Son yıllarda defalarca belirtmemize ve hemşire sayısının yeterli olmasına rağmen hiçbir etik dayanağı olmayan tek hemşire nöbeti üzerindeki ısrar,  21.yy. koşulları gereği olması gerekenin yataklı kliniklerin her zaman en az 2 şeklinde düzenlenmesi gerektiği söylenmiş fakat her zaman dönüşler tehditavari  şekilde yerini değişiriz, daha kötü çalışma şartları olan bir yere veririz bize ne söylüyorsak o olacak tepkileriyle karşılaşmaktayız. Kesinlikle hiçbir klinikte Tek Hemşire Nöbeti insani ve yasal değildir. Alandaki hemşire sayısını kısıtlayarak ‘az hemşire çok verim, sıfır kusur, sıfır şikayet’  düşüncesiyle oldukça ağır koşullarda çalışmamızı sağlayarak bizleri kendilerinin tabiriyle hizaya sokma çabası içine girişmişlerdir. Mesleğimizin aşağılanması yetmeyip, yapılan bu insan dışı uygulamaları kabul etmiyor acilen yönetici kadrosunun gereken çözümün sağlanması hususunda düzenleyici uygulamalar yapmaları veya gereken işlemlerin tarafınızca yapılması, çalışma arkadaşlarımın olumsuz herhangi bir durum yaşamaması için sizlere ulaşıyorum.”

“Mobbing Değil, Rutin İşleyiş”

İstanbul Eğitim Araştırma Hastanesi Başhekimi Doç. Dr. Mehmet Toptaş, BSHA’nın konuyla ilgili sorularını yanıtladı. Hastanede hemşirelere karşı mobbing uygulandığı iddialarını kabul etmeyen Başhekim Toptaş, hemşirenin CİMER başvurusunun kendilerine henüz iletilmediğini belirterek, hastanede çalışan hemşirelere yakın zamanda nöbette görevlerini aksattıkları, nöbette uyudukları gerekçesiyle tutanak tutma işlemi gerçekleştirildiği bilgisini paylaştı. Başhekim Mehmet Toptaş, “Hastanemizde görev yapan hemşirelerin nöbet saatleri içerisinde uyudukları tespit edilmiş ve haklarında gereken işlem  yapılmıştır. Hemşireler nöbetten sonra göreve devam etmiyorlardır. Nöbet süresinde de uyuyarak hastaların bakımları aksatıldığından rutin işleyiş uygulanmış haklarında tutanak tutulmuştur. Bu mobbing değil rutin işleyiştir” açıklamasında bulundu. (BSHA – Bilim ve Sağlık Haber Ajansı) 

Rutin Aşılama Covid-19’a Takıldı Çocuklarda Ölüm Oranları Arttı

Günümüzde rutin aşılar yaşamı tehdit eden 20’den fazla hastalığa karşı etkili koruma sağlıyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün paylaştığı bilgilere göre, aşılama sayesinde difteri, tetanoz, boğmaca, grip ve kızamık gibi hastalıklardan her yıl 3,5-5 milyon ölüm önlenebiliyor.

Buna karşılık özellikle Covid-19 pandemisi nedeniyle rutin aşılamanın yavaşlaması ile dünyanın her bölgesinde kızamık, çocuk felci ve difteri gibi aşıyla önlenebilir hastalıkların salgınlarının arttığı kaydedildi. Dünya Sağlık Örgütü, Amerikan Salgın Hastalık Merkezi gibi kurumların paylaştığı verilere göre aşılama 2020’den bu yana düşüşe geçti. Son iki yıldaki COVID-19 salgını ve buna bağlı kesintiler sağlık sistemlerini zorladı. 2021’de 25 milyon çocuk en az bir rutin aşıyı kaçırdı ve 18 milyon çocuk hiç aşı olmadı. 2021’de yaklaşık 40 milyon çocuk, artan kızamık tehdidi ile karşı karşıya kaldı ve tahminen 128.000 çocuk kızamıktan öldü.

UNICEF ise küresel çapta düşüşe geçen rutin aşılama ile ilgili şu bilgileri paylaştı:

Küresel aşılama azalmaya devam ediyor. 25 milyon çocuk hayat kurtaran aşıları kaçırdı. Bu rakam 2020’ye göre 2 milyon ve 2019’a göre 6 milyon fazla. Difteri-tetanoz-boğmacanın (DTP3) üçüncü dozunun küresel kapsamı yüzde 86’dan yüzde 81’e düşerek 2008’den bu yana en düşük seviyeye geriledi. Ulusal aşılama kapsamına Dünya Sağlık Örgütü ve UNICEF tahminleri de gösteriyor ki; 112 ülke, 2019’dan bu yana DTP3 kapsamında durgunluk veya düşüş yaşadı ve bu ülkelerden 62’si en az yüzde 5 geriledi. Sonuç olarak, 2021’de 25 milyon çocuk aşılanmadı veya eksik aşılandı ve 18 milyona aşı yapılmadı.

 Aşılamada arayı kapatma çağrısı

Her yıl Nisan ayının son haftası olan 24-30 Nisan tarihlerinde kutlanan Dünya Aşı Haftası öncesinde aşılamada arayı kapatarak “yetişme” çağrısı yapıldı. Dünya Sağlık Örgütü 2023 yılı Dünya Aşı Haftası temasını “The Big Catch-Up” (Büyük Yetişme) olarak belirledi. Bu tema ile 2019’dan bu yana çeşitli nedenlerle aşı takvimini kaçıranların, özellikle de çocukların, aşılanarak hastalıklara karşı bağışıklık kazanmaları amaçlanıyor. Aşısız çocukların aşılı yaştaşlarına yetişmelerini sağlamak için küresel çağrıda bulunan DSÖ’den yapılan yazılı açıklamada şu ifadelere yer verildi:

Dünya Aşılama Haftası

“DSÖ, Büyük Yetişme teması altında, daha fazla insanın, özellikle de çocukların önlenebilir hastalıklardan korunmasını sağlamak amacıyla ülkelerdeki ilerlemeyi hızlandırmak için ortaklarla birlikte çalışıyor. 2023, temel aşılamada kaybedilen ilerlemeyi telafi etmek için küresel fırsatımızdır. Aşıları kaçıran milyonlarca çocuğa ulaşmamız, temel aşılama kapsamını en az 2019 seviyelerine getirmemiz, aşılama sağlamak ve topluluklarda ve ülkelerde kalıcı koruma oluşturmak için temel sağlık hizmetlerini güçlendirmemiz gerekiyor. Dünya Aşılama Haftası’nın amacı, daha fazla çocuğun, yetişkinin ve topluluklarının aşıyla önlenebilir hastalıklardan korunarak daha mutlu ve sağlıklı yaşamlar sürmelerini sağlamaktır. Her yıl Nisan ayının son haftası olarak kabul edilen Dünya Aşılama Haftası için, küresel aşılama topluluğu aşıların hayat kurtarıcı gücünü kutlamak için bir araya gelir. Bu yılın teması olan The Big Catch-Up (Büyük Yetişme), onları hastalıktan, sakatlıktan ve ölümden korumaya yardımcı olan aşıları kaçıran çocukları bulup aşılamak için acil ve kritik ihtiyaç konusunda farkındalık yaratmak için bir fırsattır” (BSHA – Bilim ve Sağlık Haber Ajansı) 

4. Nörobilim ve Tıp Kongresi Başladı.

Ulusal Nörobilim ve Tıp Kongresi yarın başlıyor. Disiplinlerarası Beyin Araştırmaları Derneği (DABAD) tarafından bu yıl 4’üncü kez düzenlenecek olan Ulusal Nörobilim ve Tıp Kongresi, Nişantaşı Üniversitesi’nin ev sahipliğinde, Cumartesi ve Pazar günleri gerçekleştiriliyor.

 

Alanında uzman çok sayıda akademisyenin yer alacağı, Türkiye’nin en geniş kapsamlı kongresinin bu yılki ana teması ise “Tamamlanamayan Puzzle Beyin” olarak belirlendi. Bilim insanlarının yüzyıllar boyunca ilgisini çeken, birçok araştırmaya konu olan karmaşık ve gizemli insan beyninin tamamlanmamış parçaları Ulusal Nörobilim ve Tıp Kongresi’nde masaya yatırılacak.

Disiplinlerarası Beyin Araştırmaları Derneği tarafından bu yıl 4. kez düzenlenecek olan Ulusal Nörobilim ve Tıp Kongresi, Nişantaşı Üniversitesi’nin ev sahipliğinde, 3 ve 4 Haziran tarihlerinde gerçekleştirilecek. Kongrenin bu yılki ana teması ise “Tamamlanamayan Puzzle Beyin”.

İnsan Beyninin Gizemli Yapısı Konuşulacak

Bugüne dek görülmemiş zengin ve kapsamlı içeriklerin yer alacağı, iki gün sürecek olan kongrede, alanında uzman akademisyenler ve konuşmacılar ile genç araştırmacıların eğitimi amacıyla düzenlenecek pek çok kurs, panel ve konferanslar gerçekleştirilecek. 4. Ulusal Nörobilim ve Tıp Kongresi, sinirbilimin içeriğini kapsayan birçok bilim dalına yer vererek genç yeteneklerin bilime ve beyne olan ilgilerini artırmayı, onlara bilgilerini ifade edebilecekleri bir alan yaratmayı ve bilim insanlarının sinirbilim alanında yaptıkları çalışmaların geliştirilmesini amaçlıyor. 4. Ulusal Nörobilim ve Tıp Kongresinin içeriğinde; Zihin Felsefesi ve Sinirbilim Sempozyumu, 37 konferans, 31 panel ve 5 kurs yer alıyor. Yedi salonda eş zamanlı olarak aralarında Prof Dr. Uğur Batı, Prof. Dr. Korkut Ulucan, Uzm. Dr. Mahir Yeşildal, Dr. Özgür Bolat, Dr. Ender Saraç, Aile-Çocuk Yazarı ve eğitmen Ömür Kurt, oyuncu Tamer Levent olmak üzere alanında uzman 217 akademisyen konuşmacının katılımcılarla buluşacağı kongrede, eğitim cehalet ilişkisi, çağımızın hastalığı odaklanma ve dikkat eksikliği, hafıza ve yaratıcılık gibi birçok konu ele alınacak.4. Ulusal Nörobilim ve Tıp Kongresinde aynı zamanda Türkiye’nin 2. Beyin Festivali de gerçekleştirilecek. Gün boyu ardışık oturumlarla devam edecek etkinlikte “Cahil Beyin” temasıyla siyasette, eğitimde, sağlıkta, teknolojide ve daha pek çok alanda bir olgu olarak beyin konuşulacak. (BSHA)

50 Yıl Önce Mezun Olan Hemşireler Sempozyumda Gençlerle Buluştu

Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi tarafından  “I. Uluslararası Hemşirelik Mezunları Deneyim Paylaşımı Sempozyumu”  düzenlendi. EÜ Hemşirelik Fakültesi Konferans Salonu’nda yapılan program kapsamında meslekte 50’inci yılını dolduran hemşirelere belge verildi, hemşireler deneyimlerini hemşirelik fakültesi öğrencileriyle paylaştı. 1973 yılında fakülteden mezun olan hemşireler ilk mezuniyet kutlamalarını 50 yıl sonra yaptı. Hemşirelik mesleğinin tarihi gelişimi ve Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi’nin alana olan katkısı ile ilgili bilgiler paylaşıldı. Sempozyuma Hemşirelik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ayşegül Dönmez, Dekan Yardımcıları Doç. Dr. Fahriye Vatan, Doç. Dr. Eda Dolgun, Hemşirelik Fakültesi Mezunlarla İlişkiler Temsilciliği Başkanı Doç. Dr. Özlem Demirel Bozkurt, Hemşirelik Mezunları Derneği Başkanı Doç. Dr. Gülengül Mermer, mezunlar, akademisyenler ve öğrenciler katıldı. 

 

50. Yıl Mezunlarına Anlamlı Kutlama

Sempozyumun açılışında konuşan Dekan Prof. Dr. Ayşegül Dönmez, “Üniversitemizin bugün geldiği başarı grafiğine eşlik eden fakültemiz, 1959 yılı Hemşirelik Yüksekokulu ilk mezunu Prof. Dr. İnci Erefe hocamızın bizlere teslim ettiği bayrak ile ülkemizde ve Avrupa’da lisans düzeyinde hemşirelik eğitimine 1955 yılında başlamış olup, her yıl yüzlerce mezun veriyor. Bugün 6 bin 784 mezunumuz ve hâlihazırda 290’ı son sınıf olan bin 478 lisans öğrencimiz mevcut. Cumhuriyetimizin 100’üncü yılında, Hemşirelik Yüksekokulu 1973 mezunları ile mezuniyetlerinin 50’nci yılını ilk kez kutluyor. Bizler bu özel güne ev sahipliği yapmaktan dolayı olan mutluyuz. Dünya genelinde yaşanan küresel salgın, 2020 yılında ilimizde yaşanan deprem ve bu yıl 6 Şubat’ta yaşanan 11 ilimizi vuran, bizleri yasa boğan deprem gibi sosyal krizlerde, her daim mesleğini icra etmeye devam eden hemşireler olmuştur. Depremden 238 öğrencimiz ve ailesi etkilenmiştir. Depremde Fakültemiz 2. Sınıf öğrencisi Sabahat Kavas’ı kaybetmenin derin üzüntüsünü yaşıyoruz. Halen daha görevlendirmelerle deprem bölgelerine hemşire desteği devam etmektedir. Hepimizin başı sağ olsun” diye konuştu. 

Yaşam Boyu Birliktelik Felsefesiyle Bir Aradayız”

Doç. Dr. Özlem Demirel Bozkurt ise öğrencilere seslenerek, “Bu güzel öğrencilik yıllarınızı öğrenci odaklı Ege Üniversitesi ve Hemşirelik Fakültemiz imkânlarıyla en verimli şekilde geçirebilmek sizlerin elinde. Yarınlar ne getirecek bilinmiyor. 6 Şubat sabahı yaşanan felaket nedeni ile hepimizin başı sağolsun. Her felakette olduğu gibi sağlık çalışanları her zaman görev başındaydı. Mesleğimize sahip çıkmaya hep birlikte devam edeceğiz” dedi. Mezun Kartı uygulamasına yönelik bilgiler de veren Doç. Dr. Bozkurt, yaşam boyu birliktelik felsefesiyle her daim bir arada olmayı amaçladıklarını her sonun bir başlangıç olduğunu, mezun öğrencilerle gönül bağlarını sürekli aktif tuttuklarını ifade etti.

“Geçmişimiz, Geleceğimize Yönelik Bir Projeksiyondur”

EÜ Hemşirelik Mezunları Derneği Başkanı Doç. Dr. Gülengül Mermer ise Hemşirelik mezunları derneğinin tarihinden ve kuruluş amacından bahsetti. EÜ Hemşirelik Mezunları Derneği’nin birçok bilimsel ve sosyal etkinlik düzenlediğini, ihtiyaç sahibi öğrencilere burs imkânı sağladığını belirten Doç. Dr. Mermer, deprem nedeni ile ihtiyacı olan öğrenci sayısının arttığını ve dernek olarak 45 öğrenciye 12 ay süre ile burs imkânı sağladıklarını da ifade etti. Doç. Dr. Mermer, “Geçmişimiz geleceğimize yönelik bir projeksiyondur. Bu sempozyum ile mesleğimizdeki kuşakları buluşturduk. Derneğimize vereceğiniz her desteğin ihtiyacı olan genç bir meslektaşımıza dokunmak olduğunu belirtmek isterim. Desteklerin sürdürülebilir olmasını diliyorum. Emek veren tüm hocalara, mezunlara, düzenleme kuruluna teşekkür ediyorum” dedi. 

50. Yıl Mezunlarına Belgeleri Verildi

Açılış konuşmalarının ardından Dekan Prof. Dr. Ayşegül Dönmez, cübbe giyen 50. yıl mezunlarına belge verdi. Sempozyumun “Kuşaklar Boyu Hemşirelik” başlıklı ilk oturumun başkanlığını Doç. Dr. Özlem Demirel Bozkurt ve Doç. Dr. Gülengül Mermer yaptı. Panelde Hemşirelik Yüksekokulu ilk mezunu Prof. Dr. İnci Erefe, 50. yıl mezunu Hemşire Tülün Sünger Topuzoğlu ve 2022 yılı mezunu Hemşire Muhammed Bağlamış konuşmalar gerçekleştirdi. Sempozyumun “Yurt Dışında Ege Üniversiteli Olmak” başlıklı oturumun başkanlığı Doç. Dr. Zeynep Daşıkan ve Doç. Dr. Duygu Güleç Şatır yaptı. Bu Sempozyumda Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Mezunu olan Amerika Birleşik Devletleri’nden Hemşire Nesime Atar Özbek, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nden Yrd. Doç. Nurcan Bilgiç ve İngiltere’den Hemşire Betül Savaş Akbaş deneyimlerini paylaştı. (BSHA – Bilim ve Sağlık Haber Ajansı)